#kocaman bir kutu evd
Explore tagged Tumblr posts
Text
Özel Günlerin Çok Övgü Alan Karamelli Tatlı Tarifi
New Post has been published on https://renklihobi.com/ozel-gunlerin-cok-ovgu-alan-karamelli-tatli-tarifi/
Özel Günlerin Çok Övgü Alan Karamelli Tatlı Tarifi
İçindekiler
Çok Övgü Alan Karamelli Tatlı Tarifi İçin Malzemeler
Özel Günlere Yakışan Karamelli Tatlı Tarifi Yapılışı
Karamelli evde yapılan tatlı tarifini bu teknikle yapın, eminim sizlerle benim gibi bağımlısı olacaksınız. Özel günlerin, çay saatlerinin, çocukların doğum günü gibi kalabalık sofraların bir arada olduğu günler için yapabileceğiniz, hazıra rakip muhteşem bir kek tarifi ile karşınızdayız. Bu kek tarifini azıcık malzeme ile kocaman tepsi dolusu hazırlayıp, sevdiklerinize ikram edebilirsiniz. Üst kısmına dilediğiniz gibi süsleyebilirsiniz, çocuklar için yapacaksanız çocukların sevdiği şekillerde de yapıp sunum yapabilirsiniz.
Tart tarifi yapılışını da merak ediyorsanız, bu keki hazırlarken taban kısmına da tart kek hazırlıyoruz. Bu tarifi kullanarak sadece tart olarak da ikram yapabilirsiniz. Çayın olduğu her sofraya yakışan tatlı tariflerinden olduğu için, her fırsatta yapmak isteyeceğinizden Eminim. Bu eşsiz lezzeti deneyeceklere Afiyet olsun.
Çok Övgü Alan Karamelli Tatlı Tarifi İçin Malzemeler
2 tane yumurta
1 çay bardağı toz şeker
Yarım su bardağı sıvı yağ
Yarım su bardağı süt
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
2 yemek kaşığı kakao
1.5 su bardağı un
Keki ıslatmak için:
Yarım çay bardağı sıcak su
1 yemek kaşığı şeker
1 poşet krem şanti
Yarım su bardağı süt
Karamel:
1 su bardağı toz şeker
Yarım çay bardağı su
1 tatlı kaşığı tereyağı
Yarım kutu krema
1 poşet krem şanti
Özel Günlere Yakışan Karamelli Tatlı Tarifi Yapılışı
Kaynak Youtube: lezzeti_ask
youtube
0 notes
Text
Birinci foto sabah cektigim bir foto, saçım mı yanmış diyerek ece ve aysegüle attigim fotoğraf. İkinci foto az önce çektiğim bir fotoğraf. Saç ucundaki farka gelirsek: 40 dakika dermokilin avokadolu saç maskesini beklettim ve yıkadım.
38 notes
·
View notes
Text
Bu evde bir şeyler var Türkân. Nasıl anlatacağımı, hangi cümle ile tarif edeceğim bilmiyorum ama boğuluyorum. Sanki böyle kocaman bir el boğazımı sıkıyormuş gibi ya da iliklerime kadar çamurla dolmuşum gibi. Sırf nefes alıp verdiğimi görmek için içtiğim sigaralar zehirden beter. Duvarların rutubetindendir belki diyorum, koridorun darlığındandır ya da. Ama değil. sanki, hava üstüme üstüme geliyormuş gibi hissediyorum. Hava nasıl üstüne üstüne gelir insanın? Balkona çıkıyorum, camları kapıları açıyorum, hani belki, bi' ihtimal. ama yok. Bak boğuluyorum dedim ama inan boğulmaktan öte bir şey bu. İzâhı yok, akla sığar bir yanı yok. Kutu kadar oda yirmi katlı binanın enkâzıymış, ben de altında sıkışıp kalmışım gibi. Anlatabiliyor muyum bilmiyorum ama, sığmıyorum hiçbir yere. Senin soğuğundaki hayat hiçbir yerde yok Türkân, ben hep sana gelsem olmaz mı?
19 notes
·
View notes
Text
Sevgilim;
Senin yolundan gitmiyorum bu defa. Yorgunum ziyadesiyle,fazlasıyla da bitkin. Ne yaparım nasıl dindiririm bu acıyı bilemiyorum. Eğlenmeye gülmeye aklımdan çıkarmaya çalışıyorum. Sen nasıl bırakılırsın bilmiyorum. Tek bildiğim şey çok zarar aldığım. Hayatında ki insan sana zerre bişey katmıyor üstüne senden biseyler eksiltiyosa çıkar onu hayatından diye bi yazı okumuştum. Gidiyorum gülüşüne yerle bir olduğum. Hayallerimizden,gülüşlerimizden,anılarımızdan,oturmayı düşlediğimiz o evden mesela, kedileri de alıyorum sen hiç sevmezsin zaten ben kedili evde yaşamam derdin hep. Çook para kazancaktık ya hani paralar sana kalsın :D Herşeyi sende bırakıyorum mutluluğumu aşkımı güzel olan ne varsa. Sadece kırılan kalbimle yorgun ruhumu alıp gidiyorum. Bocalayacağım biliyorum. Mesela sesin sesin olmadan uyumaya alışmam lazım. Akşamları seni beklemekden de vazgeçmeliyim. Sabah uyandığım da elime ilk telefonu almamalıyım. Kıyafetlerinlede uyumamam lazım tabi çok can acıtıyo yoksa. Hatırlar mısın bilmem bi sandık alacaktık kocaman,içinde hep anılarımız olacaktı. Küçük bi kutu da sınırlı kaldı olsun. Kader. Ama unutma beni bi kız vardı çok sevdi de, zamanla karışıp gitmeyeyim, adımı hatırlama ama sevgimi unutma. Çok sigara içme,eve çok geç gitme, kısa kollu giyme bu havalar çarpar. Bi de son bişey hep çok güzel gül.
Elveda Evim.
Elveda Güzel Gülenim
Elveda Çocukları sevmediğim halde ondan bi oğlum olsun deďiğim adam.
Elveda Masumluğum...
Seni sevom.
3 notes
·
View notes
Text
MAYMUN TUZAĞI
Amerikalıların belirlediği trendlere kuşku ile bakarım. Bu kuşkucu bakışın haklı dayanakları da olduğunu bilirim, ama bu son trend ilginç. Amerika'da son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak! Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına.Yani, bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor. !!!Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor.Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga veya pilates derslerine, yeni bir dil öğrenmeye ve ucuz house-wineları içip, yepyeni yollar öğrenirken gördükleri sokak lezzetlerini tattıkları tatillere harcıyorlar.YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET !!!
Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor.
Hikâye psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar.Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor!Biraz marjinal de olsa şan dersleri, seyahatler, piknikler, deneysel tiyatro oyunları filansa başka! Onlar açısından söylenecek şu: Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeles'lifilmci Roko Belic dünyayı dolaşıp *Happy *(*Mutlu*) isimli bir belgeselüzerinde çalışıyor.
New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstüsemtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibuplajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği içinşu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığınıanlatmış.
AVUCUNUZU AÇMAYI DENEDİNİZ Mİ?Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum:Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak, Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10-20 kat büyük evlere sahip olmak, Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, Okumadığımız kitaplara sahip olmak, Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak, Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak, Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak, Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak...Ya da sahip olduğumuzu sanmak...Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz. Ah bunubir anlayabilsek...
Doç. Dr. Erol ERÇAĞ
#writing#news#politics#tumblr yazıları#tumblr yazarları#deneme#yazılarım#blog yazıları#fıkra#söyleşi
0 notes
Text
ÖNYARGILI DENİZCİ
Aşağıdaki öykü, “tamamıyla” hayal ürünüdür. Bu öyküde günlük yaşamdaki herhangi bir kişi, kurum vs. ile bir benzerlik bulunursa bu, yalnızca rastlantısaldır.
“Merhaba Altay, nasılsın? Uzun zaman oldu görüşmeyeli.” mesajının bizi önüne getirdiği kapı açıldıktan sonra tam ayakkabımı çıkaracaktım ki onun dosdoğru yürüdüğünü gördüm. Adab-ı muaşerette kafamın hiç almadığı belki de tek konu buydu: evde ayakkabıyla dolaşmak. Onca kiri yuvama taşımanın mantığını anlayamıyordum. Bu konuyu dünyanın en medeni ülkesi kabul edilen Finlandiya’nın vatandaşı olan arkadaşıma sorduğumda “Bana da çok saçma geliyor, bizde bazı okul koridorlarında dahi ayakkabıyla gezilmiyor, dersliklerden söz etmiyorum bile.” demişti. Böylece bunun Asya toplumlarıyla sınırlı bir gelenekten öte olduğu öğrenmiş, doğrusunu benimsediğime bir kez daha ikna olmuştum. Bence olay, sürü psikolojisinden ibaretti: İlk kim yaptı bilinemez ama kalburüstü birileri umumi tuvaletlere, tozlu kaldırımlara bastığı ayakkabılarla kendi evinde gezdi, sosyete dahil herkes bunu birbirinden gördü ve “Demek ki cemiyete dahil olmanın şartlarından biri de bu.” diyerek bunu kabullendiler. İnsan, ultra lüks bir malikaneye ayakkabılarını çıkarıp girdiğini gözünün önüne getiremiyor bile, değil mi? İşte bu kanıksamadan söz ediyorum.
“Çok sıcakladım, şunları dolaba koyup üstümü değiştirip geliyorum. Lavabo, sağdan ikinci kapı.” dedi ve elimdeki poşeti alıp mutfağa gitti.
Evi incelemeye banyodan başlamak biraz garipti, ama öyle denk geldi: Tonla bakım ürünü içinde envaiçeşit duş jeli vardı. “Bu kadarına ne gerek var ki?” diye düşünmeden edemedim. Bence ideal vücut yıkama gereci, sabundu. Hem cildi gıcır gıcır yapıyor hem de onlarca kimyasal içermediği için doğaya zarar vermiyordu, ucuz olması da cabasıydı. Yanına bir lif ve şampuan koyuldu mu duş kiti tamamlanmış oluyordu.
Odasına gitmeden önce söylediğini hatırlayarak kendi bedenimi yokladım, neredeyse hiç terlememiştim. Soğuğa karşı aşırı hassas olmak hayatımı epey zorlaştırsa da sıcağa bu kadar uyumlu olmak çok işime yarıyordu.
Maskeyi çöpe atıp ellerimi yıkayıp salonu buldum: Algılarımın seçmeyi pek istemediği iki modern sanat tablosu asılıydı. Krem rengi duvarlarla birlikte güzel bir bütün oluşturan beyaz koltuk takımının karşısında büyük bir televizyon ve altlığında analog fotoğraf makinesi vardı. “Umarım sadece dekor amaçlıdır, bununla fotoğraf çekmeye çalışmıyordur…” diye düşündüm. Televizyona bir oyun konsolu bağlıydı; en son on dört yaşımda video oyunu oynamıştım.
Kitaplık sayılabilecek bir kitaplığı yoktu, anca biblo konulmaya layık birkaç küçük rafta sadece ve sadece roman vardı ki bence en verimsiz eserlerin verildiği türdü… Zerre içine almayan tonla betimleme, altı çizilmeye değer sıfır tane estetik cümle, sürüklemeyen olay örgüleri, ne bilgi veren ne de heyecanlandıran anlatımlar… Romanların çoğu, sadece laf kalabalığıydı. Bu yüzden, okuduğum kitapların tamamına yakını araştırma-inceleme ve şiir kitabıydı. Hayatta zevk aldığım bir avuç şeyin başında bilgi edinmek geliyordu ve seçmede ustalaştığın sürece ilk grubun örneklerinin bunu sağlamama ihtimali yok gibiydi, ikincisi ise edebi haz verme olasılığı düşük olsa da en azından çok zamanını almıyor, o hazzı verdiğinde de fena mest ediyordu. Kitap dediğin; Köy Enstitüleri’nin kuruluş amacının çağdaş köy öğretmenleri ve çocukları yetiştirmekle sınırlı olmayıp toprak reformunun altyapısı olacak aydın köylü nüfusu hazırlamayı da kapsadığını; İslam’ın Hıristiyanlığa göre çok daha fazla dünyevi hüküm içermesinin sebebinin, Hıristiyanlık ortaya çıktığında ortada sağlam bir Pagan iktidarı varken İslam resulünün güç mücadelesinin ardından bir devlet başkanı olarak yükselebilmesi olduğunu öğretmeli; “Bir çetin ısrar varsa darılma bu sözüme/ Göreyim, ondan sonra mil çeksinler gözüme” gibi dizeler, “Şayet sesimi fark edemezsen/ Rüzgarların nehirlerin kuşların sesinden/ Bil ki ölmüşüm/ Fakat yine üzülme müsterih ol/ Kabirde böceklere ezberletirim güzelliğini/ Ve neden sonra/ Tekrar duyduğun gün sesimi gök kubbede/ Hatırla ki mahşer günüdür/ Ortalığa düşmüşüm seni arıyorum” ve “Mukadderat isterse seni yoldan çevirsin/ Sen hele bu yollarda yıpranarak aşın da/ Varsın bütün ömrünce nasip olmasın/ Yorgunluğunu gidermek serin bir su başında” gibi kıtalar içermeliydi bana göre.
Son birkaç ayda aldığım kararlardan biri de “Mecbur kalmadığın sürece, hatta mümkünse mecbur kalsan da eleştirme.” idi. Çünkü işe yaramıyordu. Övgü veya aklanma dışında söz işitmek istemeyenler, kendilerini adeta ilahi bir varlık yerine koyarak eleştiriden muafiyet istiyordu. Bir yanlışı veya iticiliği görmek ve onu muhatabına iletmek, neredeyse her zaman, muhatabın sana kinlenmesi ve eleştiri konusu hal ve hareketlerine aynen devam etmesiyle sonuçlanıyordu. Aynı anda haklı ve mutlu olmak hiç mümkün değil gibiydi. Bunun sebebi, eleştirinin işe yaraması için onu ileten birinin yetmemesi; anlayan, sindiren ve gereğini yapan bir alıcı da gerektirmesiydi. Kişisel tercihlere saygı payı da hesaba katılınca bu izlenimlerin hiçbiri dile getirilmemeliydi.
Bunları düşünmenin beni de memnun etmediği aşikardı, o yüzden buna son verip merkezdeki kanepeye geçtim. Kısa bir süre sonra içeri geldi. İnceleme esnasında dikkatimi çekmeyen komodinin çekmecesinden pudra şekeri içeren ufak bir poşet çıkarıp baş hizasına getirerek salladı, "İster misin?" diye sordu. "Hayır." dedim, "Mümkünse sen de şimdi kullanma." Pekala anlamında mimik yapıp poşeti yerine koydu. "Peki..." deyip bir kutu çıkardı, bu kez sormadan yanıma oturup kutuyu açtı. Kurutulmuş güzel bir bitki gösterdi. Yüzüme iyice yaklaşıp "Hı?" dedi. "Hı-hım" dedim. Banyodaki o malzemelerin hangisinden geldiğini bilmediğim muazzam bir koku sarmıştı boynunu, anlık tereddütsüzlüğümü sağlayan etkenlerin başında bunun geldiğine kuşkum yoktu.
Hevesle doğruldu ve muntazam bir dal sardı. Bir yıldır içmiyordum, köpek gibi özlediğimi fark ettim; ama çekiniyordum da. Çünkü ne yapacağımız belliydi ve buna hazır olmak istiyordum. İçtikten sonra hareket edemez hale gelecek, servis dışı olacaktım.
"Buna varım ama..." deyip sustum. "Gece kalıyor musun?" diyen aklı uçkurunda dizi karakterinin yaptığı gibi sevişecek olmayı bağırmaktan hoşlanmıyordum. "Sadece bir nefes." dedi, "Gerisi sonra." "Açılışı yapıyorum o zaman." dedim. "Sevinirim."
Ayak parmak uçlarıma kadar körüklemek istiyordum, fakat aklım hala başımdayken bunu yapmadım, orta halli bir fırt çekip ona uzattım. Bir, belki birkaç tık gevşemiştim. Arkama yaslanıp ona yakın olan kolumu ona temas ettirmeyecek şekilde sırtlığın üstüne attım. O ise derin bir nefes çektikten sonra başını kolumun üstüne koydu.
"Ne sıklıkla içiyorsun?" dedim. "Canım istedikçe." dedi. "Canın ne sıklıkla istiyor?" "Günde bir... veya birkaç kez." deyip sırıttı. "Dişlerin çok güzel. Düzgün ve renk farklılıkları yok." dedim. "Ne yani, her gün içiyorum diye filmlerdeki zavallılar gibi mi olmam gerekiyor?" dedi. "Gereken bir şey yok." "Var aslında..."
Kısa bir sessizlik...
O an dudaklarına yapışmamın önünde hiçbir engel yok gibi görünüyorduysa da kocaman bir tanesi vardı: O anın ve konuşmanın devam etmesini şiddetle arzulamam... Romantizm, benim için çok değerliydi. Seks, elbette en büyük zevklerden biriydi; fakat yaptıktan sonraki zamanlara devasa etki bırakmayan bir olguydu. Romantizm ise uzun soluklu ve derindi. Karşındakiyle sıcak diyaloglar, hisli bakışmalar; onun alımlı jest ve mimikleri; onu Louvre'da bir tabloymuşçasına dakikalarca izlemek ve bunları haftalar, hatta aylar sonra bile gözünde yeniden canlandırarak gülümseyebilmek... Hakikaten bambaşka olaylardı.
"Seninkiler de hem büyük hem de düzgünmüş." dedi. "Yeterince düzgün değil, bak, sağ taraftakiler biraz geride." deyip dişlerimi ısırınca ağzımın ne kadar kuruduğunu fark ettim. "Belli olmuyor." dedi. Elini tuttum, işaret ve orta parmağını birleştirip ağzıma götürdüm, 11 ve 21 numaralı dişlerime koyup 12-13’e doğru kaydırdım.
Bir takılmamızda arkadaş çay getirmişti. Saatler geçse de soğumamıştı o çay, öyle bir zaman göreliliği içindeydim. Aynısı yaşandı. Kendimi koltukta sırt üstü uzanmış halde buldum. Parmakları ne kadar ağzımda kaldı bilmiyorum; fark ettim ki geride olan dişlerimde değil, alt ve üst azılarımdaydılar artık, bir de dudak ve yanak içlerimde. Ve ağzımdan çıkarıp emmeye başladı kendi parmaklarını.
O buğulu anda bile hafızamı yoklamayı başardım: Hiç takıldıktan sonra –hatta bu durumda "takılırken"– biriyle birlikte olmuş muydum, nasıl hareket etmiştim? Anımsama çabam onun parmaklarının yolculuğu kadar uzun sürmedi; çünkü olmamıştı böyle bir durum. Bu benim ilk kafa güzel sevişmem olacaktı.
Bilincimin son aralığı da kapanırken ağzımdan şu cümle çıktı:
"Boşalmaya yaklaştığında... bunu söyler misin? Tabii... seni... germeyecekse." "Neden?" "Memnun oluyorum. Bir de o an kaslarım... zorlanıyorsa bile... veya yakınsam... yakın olduğun için... Böylece sen rahat rahat..." Kuru elinin orta ve yüzük parmaklarıyla dudaklarımı kilitledikten sonra yine yüzüme iyice yaklaşıp: "Beni bunu söylememe gerek kalmayacak kadar bariz şekilde boşaltmanı istiyorum." diye fısıldadı.
Bilincim hala fluydu; ama bu sözler, uzuvlarıma güç getirmişti. Dudaklarımdaki elini bileğinden tutup beline koydum. Diğer elimle başını yüzüme bastırdım. Dudaklarını öpüyor, dilini emiyor, dilime onun ağzının her yerini keşfettiriyordum. Benden fırsat bulup bunların aynısını bana yapabilmesini şaşkınlıkla yaşıyor, daha hevesli özümsüyordum onu.
Diğer bileğini de tutup ellerini belinde birleştirdim. Bacağımla vücudunu yükseltip kendimi onun altından çekip onu altıma aldım. Artık sadece kalçalarına değil, tüm bedenine hakimdim.
Şortunu çıkarıp dolgun bacaklarının arasına yerleştim. Diz kapağından kalça çizgisine kadar öpe öpe geldim. Ardından o güzergahı yalayarak izledim ve diğer bacağa aynı işlemleri uyguladım. Çoğu zaman ince kadınlar daha şık olsalar da bu eylemin arzusunu ancak dolgun olanlar yaratabiliyordu.
Külodunu çıkardım. Dilimin üst yüzeyinin tamamını, dil ucum arka kapının hemen üzerine gelecek şekilde yapıştırıp klitine kadar sürttüm. Bir daha, bir daha, bir daha...
Tüm yüzey faslını bitirip yıllardır yapmadığım "çaprazlama" hareketime geçtim: Sol dudak kenarından başla, sol dudak üstünü aşağıdan yukarı yala, dil ucunu hafifçe içeri sokup sağ dudağa geç, onun da kenarını yaladıktan sonra aynılarını çapraz şekilde yüksele yüksele yap.
Ardından klite yoğunlaştım: dairesel hareketler, hafif baskı; düşey doğrultu, orta baskı.
Çayın soğumadığı gibi süreç bitmiyordu. Ben içtikçe o akmaya devam ediyor, bacakları başıma mengene gibi geliyordu. Bu, benim için farklı bir durumdu. Kadınlar genelde konuşur ve –fazla olumsuzluk eki içermediği sürece– ben de bunu isterim, aynı dili konuşabiliyorken telepatiyle anlaşmayı ummayı saçma bulurum; o ise derin nefesler alıp vermek haricinde ağzını açmıyordu. “Nasıl olur da içine girmem için yalvarmaz?” diye düşünürken onun son sözünü hatırladım: "Söylememe gerek kalmayacak kadar bariz şekilde..." demişti. Acaba boşalmak üzere miydi? Emin değildim; fakat bunun, tek vücutken gerçekleşmesini istedim. Aletimi, yuvasından akan nehirlerde ve onun girişindeki gölette ıslatıp içeri girdim.
Bacakları gevşedi, vücudunu saldı. Gözlerini kapattı.
O kadar ıslaktı ve/veya uyuşmuştum ki hiçbir sürtünme hissetmiyordum. Hızımı artırdım, duvarlarındaki barajları kazımaya başladım. Kazıdıkça azıyor ve daha da hızlanıyordum. Yeniden sımsıkı kenetlenmişti ama aletimin ucuna kadar çıkıp tekrar tekrar kökleyebiliyor, köklüyordum.
Bacaklarının arasındayken deliler gibi kıvranmasına rağmen konuşmaması bende başka bir girişim cesareti yarattı: Sınırları zorlamaya karar verdim. İçi hali hazırda alev alevken bacaklarını omzuma aldım ve arzın merkezine seyahat etmeye başladım. Ellerini iki yanına sabitlemek için üzerine biraz daha eğildiğimde artık tam olarak neresine ulaştığımı gözümde canlandıramıyor, fakat iliklerime kadar hissediyordum.
"Gözlerime bak." dedim, öyle yaptı.
Dudaklarını büzüp konuşacak gibi olunca başımı "Konuşma." der gibi iki yana salladım ve en derine girip çıkmaya devam ettim. Göz bebeğinin büyüklüğü değişti, bu kez bacaklarıyla beraber vücudu da titredi. Beni refleksif olarak iten o bacaklar, bu sarsılmanın hemen ardından, bir anda gevşedi. Yumrukları da artık sıkılı değildi.
İçinden çıkıp yanına yattım, yüzüne baktım. Maratonun 32. kilometresindeki halime çok benziyordu: perişan ve mutlu.
"Boşaldım..." diyebildi. "Söylediğin için teşekkür ederim." dedim gülümseyerek. "Devam etmeyecek miyiz?" dedi. "Birazdan." dedim, zira orada biraz daha kalsaydı eriyebilirdi aletim. Kollarım da çok yorulmuştu.
Buzdolabından iki bira çektim. Birini yuvaya koyduktan sonra diğerini açıp birkaç yudum alıp ona uzattım. İçmeden önce: "Çok iyi geldi, teşekkür ederim..." dedi. "Ne demek. İstediğin başka bir şey var mı?" "Boşalmanı istiyorum."
Aletim yarım porsiyona inmişti, lakin ufak dokunuşlarla hemen kendine geleceğini hissedebiliyordum. Dememe kalmadan yattığı yerden üzerime doğruldu, dudaklarıma küçük bir öpücük bıraktıktan sonra dilinin altıyla adem elmamdan karnıma kadar kesintisiz indi. Karın kaslarımın aralarındaki çukurları yaladı. Bir yandan kıvrandırırken diğer yandan da aklımdaki bir sorunun cevabını vermişti: Gemide çalıştığım uzun, upuzun saatlerin ardından onca yorgunluğa rağmen neredeyse her gün yüzlerce mekik çekerken bu motivasyonun kaynağını merak ediyordum. Zira kaslı olma hevesim yoktu, dayanıklılık bana yetiyordu; birlikte olduğum ve kendisine daha iyi görünme gereği hissettiğim biri yoktu, elde etmeye çalıştığım bir kadın yoktu, hatta “Keşke onunla birlikte olsam...” diye hayalini kurduğum biri bile yoktu. Kaynak, içgüdüydü. Planlamasam da, o an için aklımın ucundan bile geçmese de böyle anların yaşanabileceğini unutmayan ve yaşanmasını sağlayacak koşulları dünden hazırlamam gerektiğini “düşünen güdü”.
Dilini profesyonel bir ressamın, fırçasını kullandığı gibi ustaca kullanıyordu. İndiği son bölgeye şeffaf boyasını fevkalade biçimlerde sürdü. Sivri kemiklere çarpmıyor, et dolu bir havuz içinde yüzüyormuş gibi hissediyordum.
Aletimi eline aldıktan sonra yukarı çıkıp kulağıma bir cümle fısıldadı. İlk kelimesinden itibaren ne söylediğini anlayamayacak kadar uyarıldım. Elini aletimden çekip onu yüz üstü yatıracak şekilde fırlattım. Üzerine yattıktan sonra kalçalarını sertçe kavrayarak açıp içine girdim. Sol elimin orta ve yüzük parmaklarını klite adarken sağ elimle kalçasını sıkmaya devam ettim. Birkaç git gelin ardından orgazma iyice yaklaştığımda "Tekrar boşalıyorum, tekrar boşalıyorum..." diye sayıklamaya başladı ve öyle yaptı, arka arkaya iki kez. Bunun üzerinden çok geçmeden içinden çıktım, dolgun beyaz kalçalarını biraz daha beyaza boyadım –ikisini birden, boylu boyunca.
Sehpadaki havlu peçeteden iki parça koparıp biriyle kalçalarını tohumlarımdan arındırdım, diğeriyle kuruladım. Daha kuru olan ikincisini ilkine sarıp kanepenin yanına attıktan sonra biradan birkaç yudum alıp yanına uzandım.
"Bunu nasıl yaptın?" dedi. "Ne yapmışım?" "Son bir saattir olanları soruyorum." dedi. Şaşırdım, çünkü o düzenli kullanıcı olduğu için zaman algısının daha yerinde olduğu muhakkaktı; benimkine göreyse bin saat geçmiş gibiydi. "Sadece... Sana özen gösterdim, hepsi bu." "Kim bilir kaç kere yapmışsındır bunları..."
"Olanlar" dediğine göre özellikle tek seferdeki boşaltma sayımı sormuyordu, buna memnun oldum. Zira bunun benim için olağan ve daha fazlasının mümkün olduğunu bilse elde ettiklerinin kıymetini anında unutur, "Ben de isterim!" diye mızmızlanırdı. Kadınlar böyledir çünkü: Her şeyi, hatta her şeyden daha fazlasını isterler ve hepsini aynı anda isterler.
"Hayır." dedim, "Tam olarak öyle değil." "Peki, teşekkür ederim..." dedi.
Sıkılmıştım.
"Normale dönebilir miyiz? Övgülerin için sağ ol ama kendimi kasıntı bir ödül töreninde gibi hissetmeye başladım. Sadece uzanalım." dedim kendim doğrulurken.
Küllükteki emaneti alıp dizüstüme yattı. Yaktıktan sonra da yatabilirdi, daha rahat olurdu; ama yattıktan sonra yaktı, çok hoştu. Üflerken bana baktı, çok hoştu. Dalı uzattı. Bir duman aldım ve hem onun sırılsıklam vücuduna üfledim hem de onun gözlerine baktım, çok hoştu.
Görsel şöleni bir soruyla böldü: "Çok klişe bir soru, biliyorum; ama lafı dolandırmadan sormak istiyorum: Bundan sonra ne yapacağız?" " 'Biz ne olacağız?' diyorsun yani." "Evet, en azından şekil olarak klişe değildi." "Böyle devam edelim, senin için de uygunsa." "Arada bir sana uğrarım, içip sevişiriz, sonra da giderim, diyorsun yani." dedi beni taklit etmek için son iki kelimeyi vurgulayarak. "Sen de bana gelebilirsin. Dışarıda da buluşabiliriz, sevişmemiz şart değil." "Neden bunları düzenli yapmıyoruz, sevgililer gibi?" "Kadınlara güvenmiyorum. Ya terk ediyorsunuz ya da sevgime, ilgime, sadakatime aynı, hatta yakın oranda bile karşılık veremiyorsunuz." "Bütün kadınları..." "Seni anlıyorum, bir kadın bana erkekler için aynı genellemeyi yapsaydı ben de ona böyle itiraz ederdim; ama bazen akıl, duyguların üstesinden gelemez –ne kadar mantıklı biri olursan ol." "Bu önyargıyı kırmanın bir yolu yok mu?" "Bildiğim kadarıyla yok. Zaten başka etkenler de devreye girdi, önyargıdan kurtulsam da öbür taraftan bağlanmış olundu." "Nasıl?" "Mesleği sevdim. Artık önümde bir engel de kalmadı, en azından kaptan olana kadar çalışmayı planlıyorum." "Kaç sene yani?" “Önemli değil, çünkü onun yarısı kadar olan süre dahi köklü bir ilişkinin bitirilme bahanelerinden biri olabildi. Seninleyse hayatlarımızın çok az bir kısmını paylaştık. Beni sadakat ve sabırla bekleyeceğine dair güveni verebilecek hiçbir fırsatın olmadı.” “Öbür taraf değil, aynı önyargı bu: ‘Kimse yeni bir şansı hak etmiyor.’ önyargısı. Senin adalet anlayışın bu kadar mı?”
Cevap vermek yerine bir saat önce yaladığı dişlerimi sıkmayı yeğledim. Hayatımın merkezine oturttuğum kavramı onunla bu şartlarda tartışacak değildim.
Sustuğumu görünce devam etti:
"O zamana kadar bir ilişkin olmayacak, öyle mi?" "Öyle görünüyor." "Her limanda bir sevgili'ye mi güveniyorsun?" "O laf yalan ya, kim demiş bir tane diye?" deyip rezalet bir kahkaha attım. Suratı düştü. Az önceki hadsizliğine rağmen dünyanın en yersiz şakasıydı, diye geçirdim içimden ve asıl gerçeği söyledim: "Tek gecelik ilişki, aşk fakirinin züğürt tesellisidir. Ben uzun ilişki taraftarıyım, ama dediğim gibi, siz böyle değilsiniz. Ya terk..." "Bana 'siz'li cümleler kurmayı kes!"
Ortam buz 'kes'ti, ama sıcak değildi... Toparlama gereksinimi duydum: "Sorun bende olabilir, belki de birlikte zaman geçirdikçe katlanılmaz biri oluyorumdur." Bu sefer daha kısık sesle ama daha sitemkar bir tonla bağırdı: "Hâlâ aynı şeyi yapıyorsun!" " 'Siz' demedim ki?" "Kim için katlanılmaz biri olabilirmişsin?" "Kadınlar için..." "KadınLAR için!"
Bu kez çift taraflı sessizliğe gömülsek de ben tek başıma çıkmaza girmiştim: Haklıydı, önyargılıydım ve daha hazini, bu önyargıyı yok edebilecek tek yönteme kapımı kapatmış olmamdı. Tam istediğim gibi birini aramaktan seneler önce vazgeçmiştim, fakat artık asgari beklentilerimin karşılanabileceğine dair inancımı da yitirmiştim. Kendi kendime “Cidden emekliliğini mi ilan ettin, hem de bu kadar gençken?” diye sordum. Hayır, emeklilik değildi bu, “gazi”likti. Mutlu mesut yaşayacağını bilemediğin toprakları elde etmeye çalışırken, hatta ve hatta elde ettiğini sanıp günün birinde avuçlarından onun kayıp gidişini izlerken ağır yaralanmaktansa kendi bozkırında volta atmak hem daha rasyonel hem de daha onurlucaydı.
Yürümeye başladım. Yalnızlık, şimdiye kadarki en büyük boyutuna erişmişti; lakin ben de onu tüm ağırlığıyla sırtlamama rağmen dimdik durabilecek kadar güçlüydüm. Mutlu değil, fakat hiç olmadığım kadar huzurluydum.
0 notes
Text
Keloğlan ile Sihirli Değnek Hikayesini Oku
Bir varmış, bir yokmuş; Allah’ın kulu çokmuş, çok söylemesi günahmış. Develer tellal iken, inekler berber iken, bir memleketin birinde bir ihtiyar ana, ihtiyar ananın da bir kel oğlu varmış. İhtiyar anacığıyla küçük bir kulübede yaşarlarmış. Keloğlan her gün dağdan topladığı odunları sırtlar, kente götürüp satar, aldığı para ile ana-oğul kıt kanaat yaşayıp giderlermiş.
Bir gün Keloğlan yine odun topluyormuş. «Anacığıma daha iyi yiyecekler alayım.» diye düşünmüş. Her gün topladığı odunun iki katını toplamış. Sırtlamış, yola koyulmuş.
O gün hava pek sıcakmış. Sıcak bir yandan, ağır yük bir yandan, Keloğlan iyice bunalmış. Dibinden soğuk bir su kaynayan çınarın altından geçiyormuş. Suyun serinliği yüzüne vurmuş. Bir soluk almak için yükünü yere bırakmış, derin bir «Oooof!» çekmiş.
İşte tam o sırada, suyun kaynadığı yerden bir kara adam çıkmış karşısına. Adamın bir dudağı yerde, bir dudağı gökteymiş. Ödü kopmuş Keloğlan’ın!
— «Benden ne istiyorsun?» diye bağırmış adama. Korkudan tir tir titriyormuş.
Adam, tatlılıkla: «Beni sen çağırdın.» demiş.
Keloğlan: «Ben kimseyi çağırmadım, sırtım acıdı da bir «Ooof!» çektim.» deyince adam: «Benim adım Of’tur, çağırdın da geldim işte.» demiş, Keloğlan’a bir kutu uzatmış: «Al bu kutuyu, senin olsun. Sakın ona «Açıl, kutum!» demeyesin.» dedikten sonra gözden kaybolmuş.
Keloğlan kente varmış, odununu satmış, anacığına iyi yiyecekler almış, köyüne gelmiş. Anası, oğluna elindeki kutunun ne olduğunu sorunca Keloğlan başından geçenleri anlatmış.
— «Yalnız,» demiş, «sakın bu kutuya: «Açıl, kutum!» deme.» diye sıkı tenbih etti adam bana.»
Keloğlan bu sözü söyler söylemez, kutu açılıvermiş, her türlü yiyecek bulunan bir sofra serilivermiş ortaya. Ana-oğul yemişler doyasıya. Sofra açık durmuş bir süre. Neden sonra Keloğlan’ın aklına «Kapan, kutum!» demek gelmiş.
Bu sözü söyler söylemez kapanıvermiş kutu kendiliğinden, yemekler de kutunun içine girmiş hepten.
Keloğlan yine oduna gidiyormuş ama, artık yiyecek almıyormuş kazandığı para ile. Giyecek, ev eşyası alıyormuş; biraz da para biriktiriyormuş. Ana-oğul acıktıkça: «Açıl, kutum.» diyorlarmış kutuya, hemen önlerine kocaman bir sofra serili veriyormuş.
Gel zaman, git zaman… Keloğlan’ın aklına padişahı yemfeğe çağırmak esmiş bir gün.
Anası: «Olmaz, oğlum, padişah bu kulübeye gelmez, oğlum!» demiş durmuş ama, söz dinletememiş.
Keloğlan: «İlle de padişahı yemeğe çağır!» deyip tutturmuş.
Kadıncağız çaresiz kalmış, gitmiş saraya. Padişahı yemeğe çağırmış kulübelerine. Padişah bu çağrıya şaşmış ama, merak da etmiş.
—«Gelelim!» demiş.
Bir akşam padişah, vezirini yanına alıp gelmiş kulübeye. Keloğlan yere bir hasır sermiş, minderler koymuş, ağırlamış padişahı. Sonra kutusunu getirmiş, orta yere koymuş:
—«Açıl, kutum!» demiş.
Yine kocaman bir sofra çıkmış
ortaya. Her türlü yemek varmış içinde. Yemişler, içmişler. Padişahla veziri bu yoksul evde bu denli güzel bir sofranın bulunmasına şaşmışlar, imrenmişler kutuya.
Herkes doyunca, Keloğlan: «Kapan, kutum!» demiş.
Sofra kendiliğinden toplanıp kutuya girmiş. Saraya gitme vakti gelince konuklar ayağa kalkmışlar. Kapıdan çıkarlarken, vezir rafta duran kutuyu gizlice aşırmış, koltuğunun altına koyup çıkmış.
Neden sonra, Keloğlan’la annesi kutunun çalındığını anlamışlar, başlamışlar ağlamaya, dövünmeye. Keloğlan ertesi sabah yine ağlayarak yola koyulmuş. Gitmiş koca çınarın altına. İçini çekerek: «Ooof!» demiş.
O kapkara adam yine çıkmış karşısına.
—«Ne istiyorsun?» diye sormuş.
Keloğlan başından geçenleri anlatmış. Bu kez kara adam ona bir değnek vermiş.
—«Sakın buna «Tık, değnek!» deme!» diye tembih etmiş, kaybolmuş.
Keloğlan eve gelmiş, olup bitenleri anasına anlatmış, sonra da: «Buna «Tık, değnek!» demeyeceğiz!» demiş.
Bu sözü söyler söylemez değnek yerinden fırlamış, inmiş Keloğlan’ın sırtına. Başlamış onu pataklamaya.
Keloğlan, iyi bir dayak yedikten sonra: «Dur, değnek!» demeyi akıl etmiş de kurtulmuş dayaktan; yoksa öldürecekmiş onu sihirli değnek.
Keloğlan dayağı yedikten sonra biraz düşünmüş.
—«Ha! İş kolaylaştı şimdi!» demiş kendi kendine.
Sarayın yolunu tutmuş. Saray kapıcıları Keloğlan’ı içeri sokmak istememişler. Keloğlan da: «Tık, değnel!» deyivermiş. Değnek inmiş kapıcıların kafasına, sırtına. Bir ona, bir buna vuruyormuş. Bakmışlar olmayacak, dayaktan ölecekler, yalvarmışlar Keloğlan’a:
—«İçeri girebilirsin.» demişler.
O da, sihirli değneğini durdurmuş, dalmış içeri. Doğru padişahın odasına. Bakmış padişahla veziri oturuyorlar.
—«Tık, değnek!» demiş hemen.
Değnek görevini yapmaya koyulmuş, bir padişaha, bir vezire… Bir padişaha, bir vezire. Bakmışlar olmayacak. Keloğlan’a yalvarmışlar, ne istediğini sormuşlar.
Keloğlan: «Kutuyu vermezseniz değnek durmaz.» demiş.
Vermişler kutuyu; o da, durdurmuş değneği. Kutuyu, değneği almış, çıkmış saraydan.
Aradan günler geçmiş. Keloğlan o kulübede yaşamaktan bıkmış. Yine gitmiş koca çınarın altına, derinden bir «Ooof!» çekmiş. Kara adam yine çıkmış karşısına. Bu kez biraz sertmiş:
—«Yine mi geldin? Başına neler geldi?» diye sormuş.
Keloğlan: «Kulübede yaşamaktan bıktım artık. Daha iyi bir ev istiyorum.» demiş. Adam da ona bir eşek vermiş.
—«Sakın buna: «Anır, eşeğim!» demeyesin.» demiş, kaybolmuş.
Keloğlan, eşeği eve getirmiş. Artık büyünün içyüzünü biliyor ya.
—«Anır, eşeğim!» demiş.
Eşek anırmaya başlamış. Her anırmada ağzından bir altın fırlamış. Kısa zamanda zengin olmuş Keloğlan. Kente gitmiş, kendine güzel bir köşk yaptırmış. Anasıyla birlikte yerleşmiş içine.
Keloğlan ile Sihirli Değnek Hikayesini Oku
0 notes
Text
Büyük bir spor mağazasının su sporları bölümünde dolaşırken şişmiş halde bir rafta duran kocaman yeşil-siyah kanoyu ilk kez gördüm. Daha önce hiç ilgim ya da hiçbir tecrübem olmayan bu oyuncağı gördüğüm an kafamda belirsiz bir proje proje beliriverdi. “Ben bu kanoyla giderim…”
Birkaç kez durgun suda deneyip, denizde kısa mesafeler yaptıktan sonra artık gerçek bir yolculuğun zamanı geldi.
Rota Planlaması:
Google Earh ilk başvuru adresi. Alternatif rotalar:
Ayvalık-Cunda koyları ve adaları
Hisarönü Körfezi
Göcek koyları ve On İki Adalar
Planlamaya başlamadan birkaç hafta önce, Çınarcık-Esenköy rotasında yaklaşık 7.5 mili (12 km) genelde durgun suda ve rüzgarsız bir havada 4 saat gibi bir sürede tamamladım. Süre ve kondisyon planlamamı bunu dikkate alarak yaptım. Mesafe ve süreleri karşılaştırdığımda Göcek başlangıç için mükemmel gözüküyordu.
Rota : Göcek ve On İki Adalar
Mesafe: 30-35 Mil (50-55 km)
Süre : 5-6 gün
Göcek rotasını seçmemde etkili olan diğer neden ise bu bölgenin Kapıdağ yarımadası ve On İki Adalarla çevrili bir iç deniz gibi olması, bunun sonucu olarak da rüzgar ve dalgalara karşı korunaklı birçok koyun bulunması oldu.
Yolculuk:
Gün: Göcek-Boynuz Bükü 5 Mil (8 km)
28 Ağustos Çarşamba sabah 09.30’da aracımla Göcek’e ulaştım. Hiç vakit kaybetmeden 20 dakikada Migros’tan 4 günlük yiyecek-içecek alışverişimi tamamladım.
Arabayı denize 20-30 m mesafede sakin bir sokağa park ettim ve eşyaları sahile taşıdım. Kanoyu şişirdim, tüm eşyaları yerleştirdim ve saat 10.30 gibi denize çıktım.
Yolculuğun ilk kısmı biraz stresliydi. Öncelikle inanılmaz bir trafiği geçip, o günkü hedefim olan Boynuzbüküne gidebileceğim rota üzerindeki ilk dinlenme noktası olan Rixos’un plajına ulaşmam gerekiyordu.
Göcek koyu inanılmaz bir trafiğe sahip. Yelkenliler, motoyatlar, katamaranlar, neredeyse tüm bunların sayısının toplamı kadar sürat tekneleri, günlük gezi tekneleri, balıkçı tekneleri, market, gözlemeci, dondurmacı vb. tekneler, deniz taksileri, jetskiler, zodyaklar ve su sporları için deniz araçları.
Öğleden sonra saat 5 gibi Boynuzbükü’ne vardığımda bitmiştim. Evde hesapladığım performans, süre ve mesafe hesabı tutmadı. Saat 12 gibi ilk dinlenme noktam olan Rixos’tan ayrıldıktan sonra Boynuzbükü’ne varmam yaklaşık 5 saat sürdü. 5 saatte 6 km. Facia.
Bir ara dalgalarla boğuşurken sahilde bir ağaca baktım, yaklaşık 10 dk kürek çektikten sonra tekrar baktım ve ağaç hala aynı yerdeydi. Dalgalar karşıdan geldiği için insan gittiğini sanıyor ama nafile.
Boynuz büküne varınca, ilk iş kendimi muhteşem denize attım, çıkıp hamağı kurdum, biraz dinlendim, birşeyler yedim ve durumu gözden geçirdim. Yola geç çıkmıştım, rüzgar saat 12 gibi ben Rixos’tayken güneybatıdan yani ta karşıdan esmeye başladı. Oraya gelene kadar gayet rahattım ama günün geri kalanını dalga ve rüzgara karşı kürek çekerek geçirdim. Bir sonraki gün yola erken çıkıp rüzgar başlayana kadar yolun büyük kısmını gitmeliydim. Öyle de yaptım…
2. Gün: Boynuzbükü-Bedri Rahmi Koyu 5,5 Mil (9 km)
Sabah 7’de uyandım, kahvaltıyı yapıp, toparlanıp 08.30’da yola çıktım.
Önceki gün yaptığım plan tuttu, oldukça durgun bir denizde ve esintisiz havada öğleden sonra 2 gibi Bedri Rahmi Koyuna geldim. Yolda neredeyse hiç yorulmadım, muhteşem koylarda sık sık durup denize girdim.
Bedri Rahmi Eyüboğlu’ nun bu koya sık sık gelip kafa dinlediği söyleniyor. Koyun bir bölümünde bir kaya üzerindeki balık resmini de kendisi çizmiş.
Akşam 6 gibi koya Migros’un yüzen marketi geldi. Koyda demirli yatlardan ve yakınlardaki koylarda ayrılan onlarca sürat teknesi resmen yüzen markete hücum etti. Elbette ben de mütevazi hızımla yanaşıp alışverişe çıktım. Çıplak ayak, ıslak şort, elde alışveriş sepeti, 360 derece deniz manzaralı bir ortamda alışveriş yapmak ilginç bir deneyimdi.
3. gün : Boynuzbükü-Gobun 11 Mil (17 km)
Muhteşem bir havada kısa molalarla 2 saatte Kleopatra koyuna ulaştım. Önce Adaia Restoranın sahibi ile sahilde biraz sohbet ettikten sonra denize girdim, duş aldım ve koyun karşı kıyısındaki batık Kleopatra hamamına doğru yola çıktım.
Kleopatra hamamı, tur teknelerinin de uğrak noktalarından biri. Yaklaşık 1 saat yüzdüm, su altındaki duvarların üzerinde yürüdüm, dinlendim, fotoğraf çektim ve bir şeyler yedim.
Saat 2 gibi yola çıktım, önce Martı Koyuna uğradım, ardından Merdivenli Koy ve son olarak Gobun (Yavan Su). Burası yarımadanın en ucunda bulunan tamamen korunaklı bir koy. Tekneler arasında oldukça populer olduğu belli. Güzel ama oldukça pahalı bir de restoran var.
Sahili, duşu ve tuvaleti kullandım, insanlarla biraz sosyalleşip bir şeyler yedim, akşam maç seyrettim, elektronikleri şarj ettim ve kampımı kurup gece 12 gibi yattım.
4. Gün : Gobun – Göcek Adası 9,5 Mil (15 km)
Sabah 9’da güzel bir kahvaltının ardından yola çıktım. geçmem gereken iki kanal, irili ufaklı birçok ada ve koy vardı. Önce küçük kanal, sonra Domuz Adası ile Tersane adası arasındaki büyük kanal, Akvaryum koyu ve sonra da ilk ve en uzun açık deniz geçişi.
Tersane adası ve Hacıhalil adası arasındaki açık geçişi yaklaşık 40 dk’da tamamladım ve Yassıca adalara ulaştım. Buradaki irili ufaklı adaları ve bakir kouları acele etmeden geçerek Yassıca adaya geldim.
Muhteşem bir ada grubu, koylar ve plajlarla dolu bu bölge aynı zamanda tur teknelerinin en çok uğradığı yer.
Kanomu bağlayıp, değerli eşyaları yanıma aldıktan sonra adada yürüyüşe çıktım, fotoğraf çektim dönüp denize girdim ve kamp için bir koy aradım. Planım burada kalmaktı ama kalabalık olduğu için vazgeçtim.
Deniz oldukça dalgalıydı ve rüzgar gene Güneyliydi. Buna da güvenerek Göcek adasına ulaşabileceğimi gözüme kestirip yola çıktım.
Güneş batmadan önce Göcek adası batı koyunda kampımı kurmuştum.
5. Gün : Göcek Adası – Göcek sahil 2,5 Mil (4 km)
Tek kişilik koyumda uyanıp, kahvaltımı yaptım, biraz yüzdüm, toparlandım ve 9’da yola çıktım.
Ada’dan Ana karaya kürek çektim, D-Marin’in önünden geçip, trafiğe daldım, tüm marinayı ve limanı geçip sahile doğru kürek çekerken son 100 m’de yanından geçtiğim bir yelkenlide kahve içen iki kişi beni de kahve içmeye davet ett. Geri çeviremedim.
Cem’in teknesinde arkadaşı Murat ve ben neredeyse 2 saat harika sohbet ettikten sonra izin isteyip ayrıldım. Cem bana harika bir kitap hediye etti. “Hayallerime Yelken Açtım” Böyle bir yolculukta bundan daha güzel bir hediye olamazdı herhalde. Cem’in hayali de teknesiyle dünya turu yapmak. Umarım o da bir gün hayaline yelken açar.
Notalar:
Yaptığım en güzel yolculuklardan biriydi.
Sabahları yüzümü yıkamadım. Yüzdüm.
O an tamamen bana ait olan ve karadan ulaşılamayan, dünya harikası koylarda kaldım.
Daha önce hiç görmediğim türde balıklar, yengeçler ve kuşların ne kadar mutlu yaşadığını gördüm.
Denizin ortasında ya da uzak bir koyda, üzeri yüklü bir kano ile beni görenler genellikle şaşırıp sohbet etmeye çalıştılar. birçok insanla tanıştım.
Güneş yağımı unuttuğum için ilk gün bir teknedeki aileden rica ettim, 4. gün yanıma bir sürat teknesi geldi ve kaptanı bana krem uzattı. Daha önce karşılaştığımız teknedeki bayan, beni uzaktan görüp krem, birkaç meyve, soğuk su ve kola göndermiş. İyi insanlar hep var.
Kürek çekerken uzun kollu beyaz üstüm, şapkam ve bacaklarımı örten ince mikrofiber battaniyeyi hiç ihmal etmedim.
Çapam olmadığı için genelde ipi ağır bir taşa bağlayıp suya attım, kanonun diğer ucundaki ipi karada bir noktaya bağladım. Çapa mutlaka lazım.
Migros, Carrefour ve lokal bir yüzen market sayesinde arada sırada denizin ortasında bile dondurma ve soğuk içecek gibi lükslerim oldu.
İki kez duş alma olanağım oldu genelde denizden çıkar çıkmaz kurulandığım için tuzlu su hiç rahatsız etmedi.
Bir sabah bir nefes sesiyle uyandım, gözümü açtım, küçük bir domuz yavrusu ile aramda sadece 20 cm ve çadırın filesi vardı.
Ateş yakmadım, çöplerimi taşıdım ve bazı ada ve koylarda bulunan konteynırlara attım, sinek ilacını ve uyku tulumunu hiç kullanmadım.
5 günde toplam 15 lt su içtim. birkaç kutu kola, meyve suları, birkaç küçük süt, kahve ve çaylar bunun dışında.
Yola çıkmadan önce çalışmış olmak çok işime yaradı. Hangi burunun arkasında hangi koy olduğunu bilmem ve kamp yapabileceğim koyları telefonuma kaydetmiş olmam işimi çok kolaylaştırdı.
Arabayı park ettiğim yerde karaya çıktım ve toplanıp yola çıkmam çok kolay oldu.
Göcek’e arabayla ulaşımı saymazsak; 5 gün için, yeme, içme, konaklama ve Türkiye’nin en güzel koylarına deniz yoluyla ulaşım giderlerinin toplamı sadece 30 Euro. (130 TL Göcek Migros, 30 TL yüzen marketlerden alışveriş, 35 TL Gobun Restoranda 1 bardak 33cl fıçı bira)
Ekipman:
Itiwit 2 kişilik şişme kano
1.5 LT pompa
Can yeleği
30 LT su geçirmez çanta
2 adet 7m ip
2 parçalı kürek
Canon 70D Fotoğraf makinesi
Gopro Hero3
Selfie çubuğu
Su geçirmez telefon kılıfı
Powerbank
Çadır
Uyku tulumu
Mat
Hamak
Kamp sandalyesi
Mutfak ekpimanı
Kafa lambası ve Pil
Uzun kollu beyaz ince bir üst
Geniş kenarlıklı bir şapka
Sinek ilacı
Polar battaniye
Kıyafetler
Yiyecek ve içecek
Koruyucu güneş kremi (Almayı unutmuştum)
Çapa (Yanımda yoktu ama olmazsa olmaz)
Kano ile Göcek Koyları ve On İki Adalar Büyük bir spor mağazasının su sporları bölümünde dolaşırken şişmiş halde bir rafta duran kocaman yeşil-siyah kanoyu ilk kez gördüm.
0 notes
Text
Amerika'nın son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak! Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?"la ilgili. Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına. Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik 'Mal edinme'nin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor. Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesud ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar. YÜZ EŞYAYLA YAŞAMAYA DAVET! Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor. Hikâye, psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar. Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor! Los Angeleslı filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp Happy (Mutlu) isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor. New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış. SANKİ ALIŞVERİŞ İÇİN YAŞIYORUZ Bittabi, herkes gider Mersin'e, biz... Şu anda ülkede tam bir AVM patlaması yaşanıyor. Buluşmalar, sosyalleşmeler, hafta sonu aile gezmeleri, her tür eğlence hep alışveriş ve merkezleri etrafında dolanıyor. İndirim dükkânlarının kapısındaki kuyruk ve izdihamlar da cabası. Geçen gün haberlerde, yastıkların 1 TL'ye satıldığı bir indirim dükkânında birbirini ezen kalabalığın arasından bir ev kadını, bağırarak kameralara anlatıyor: "Ben altı tane kapabildim, iki oğlum var, onlar da ikişer tane aldı, keşke 10 tane daha taşıyabilseydik! Muhtemelen dört kişi olan bu ailenin 20 adet yastıkla ne yapacağı ise meçhul! Türkler artık mümkün olduğu kadar çok malı, mümkün olduğu kadar çabuk alıp, evlerine götürmek için yaşıyor! Alışverişe niyeti olmayan bile vitrin bakıp hayal kuruyor. Konsere gidip keman çalmayı, müzeye gidip ressam olmayı hayal eden pek az. Hayat amaçlarımız genelde "Bazı ürünleri edinmek," üzerine kurulu. 70'li yıllarda bir siyah beyaz televizyon, bir adet buzdolabı, merdaneli çamaşır makinesi ve salonda üzeri tığ işi örtülü sabit hat telefonu olan her aile kendini son derece zengin ve konforlu hissederdi. Sonra işler yavaş yavaş değişti. Artık cep telefonu bu yılın modeli olmayan vatandaşın devlete isyan edesi var. Almaya doyup 'hayatı sadeleştirme' aşamasına ne zaman geliriz, o meçhul. Gülse Birsel Tüm bunları okuyunca,bir arkadaşım şu sözleri geldi aklıma: 'Gözün karnı yok ki doysun?' Hakikaten doymuyor muyuz? Metaya düştükçe,nefsimiz açlaşıyor mu? Hep dahası,en dahası mı hedefimiz..? Eşya bize hizmet edeceğine,biz mi onlara hizmet ediyoruz ? Hayallerimiz, idaeallerimiz,amaçlarımız hep madde ve dünya üzerine, böylesine gözümüz dönmüşken mamafih ellerimiz arasından kayıp giden nice güzellikleri, kaybediyoruz belkide... Yüz eşyayla yaşayabilme fikri bile nasıl korkutuyor içimizi değil mi? Yetmez ki ya Hu, yetemez ki (?!) Uyuduğumuz uykudan tez zamanda uyanabilmek, aslolana ve hakiki değerlere derinden sarılabilmek duasıyla.. 'Mutluluk,ayrıntıda saklıdır'..
6 notes
·
View notes
Text
Sıradan bir gündü cuma sabahıydı ve tam üç yıl önceydi, neler yaşayacağımdan bihaber kalktım bir çay koydum. Kapıcı ekmeği ve gazeteyi getirmişti, kapının önünden aldım. Çay olana kadar kahvemi yapacaktım, fakat kahve bitmişti. Her sabah kendime gelmek için içmem gerekiyordu. Çay kaynadıktan sonra üç kaşık çay döktüm, çökmesini bekledim o sırada, bir dal sigara yaktım ve ekmeğimi kızartıyordum. Kahvaltıyı yaptıktan sonra, işe gitmek üzere kıyafetimi giydim. Giyimime fazla dikkat etmezdim, anca özel günlerde falan, ayda yılda bir yani. Aynı takımdan birkaç tane vardı zaten, işe giderken hangisi temizse onu giyiyordum. Çocukluktan gelen bir şey bu, aynı kıyafetten birkaç parça alırım ve sürekli onları giyerdim. Fakat planlı biriydim, plan/programımın dışına asla çıkmazdım. İstisnai durumlar hariçti, o yüzden planlarımda hep beş/on dakika gecikme süresi ayarlardım. Hazırlandım ve evin kapısını kilitleyip dışarı çıktım. Apartmanın girişinde kapıcı Rüstem’i gördüm, selamlaştık, havadan sudan muhabbet ettik. Arabama binmek üzere garaja gittiğim sırada apartmanın yanında bi köpek gördüm, bacağı kırılmıştı, şerefsizin biri çarpıp yol kenarına bırakmıştı muhtemelen. Hayatta en haz etmediğim durumlardan birisidir bu. Arabayı apar topar getirip, köpeği arka koltuğa koydum, veteriner arkadaşım vardı Necati, onu aradım -Neco, oğlum büroda mısın? +Aynen Murad, bürodayım. Hayırdır la ne oldu? -Tamamdır geliyorum, huur evladının biri köpeğe çarpıp yol kenarına atmış gitmiş, hayvanın ayağı kırık, canı yanıyor. +Tamamdır kardeşim, hazırlanayım ben, sen hemen gel. -Yoldayım, 5/10 dakikaya ordayım. Telefonu kapattıktan sonra, kafamı çevirip birkaç saniye köpeğe baktım, o kadar tatlıydı ki aynı zamanda eğitimliydi tahminimce. Birkaç kırmızı ışık geçip, hemen vardım Neco’nun büroya. Köpeği ona bıraktım, haberdar etmesini söyleyip işe gitmek üzere, tekrar arabaya bindim. Sunum yapılacaktı, dosyaların hepsi arabadaydı. Şirketin önüne geldim, dosyaları çantaya koyup apar topar bir şekilde ofisime çıktım, ardından müdür Ahmet beyin yanına gittim. Ofiste her gün olan muhabbetler, selam/nasılsın faslı yani. Ofistekilerin hiçbirinden haz etmiyordum, hepsi gereksiz samimi geliyorlardı. Sunumu yaptım, iş halledildi ve anlaşma imzalandı. Ahmet bey yanıma geldi. Biraz konuştuk. +Murat, yorgun gözüküyorsun, iyi misin? -İyiyim Ahmet bey, sabah kahve içemedim, ondandır sanırım. +İşler halloldu, burada pek yapacağın şey kalmadı. Haftaya seni burada görmeyeceğim, izinlisin! -Teşekkür ederim, efendim. Bütün plan listem bozuldu, ne yapacağıma karar veremedim. Liseden arkadaşları aradım sırayla, önce Muhammed’e öncelik verdim. Çünkü; hep planları o yapardı. -Mami, napıyon la? nerdesin? +Evdeyim, yatıyorum. -Başka bir bok yaptığın olmaz zaten, neyse akşama boş musun? Bizimkiler falan buluşalım? +Boşum, saat kaçta ve nerede buluşalım? -Sen diğerlerini ara, ayarlarız saati, yeri. +İlk beni aradın demi? Tamam ben ayarlarım, sen yeri falan ayarla saati mesajla. -Tamamdır, hadi görüşürüz. +Görüşürüz. Beni aramasına fırsat vermeden Necati’nin yanına gittim. Asistana, Necati’nin nerede olduğunu sordum. Getirdiğiniz köpeğin yanında efendim, isterseniz siz Necati beyin ofisine geçin, birazdan gelecektir. Oturdum Neco’nun ofisine, 5/10 dakika sonra geldi, yanında köpek de vardı. Adı Floki’ymiş. Floki çok uysaldı, geldi sırnaşmaya başladı, o kadar tatlıydı ki, insan git diyemiyordu bu köpeğe. -Neco, la akşam müsait misin? Bizim arkadaşlarla buluşacağız sende gel. +Olur, planım yok, gelirim. -Tamamdır, şimdi bu köpeği n’apacağız? +Al evinde besle olum, yalnız ayyaş gibi dolaşıp durma ortalıkta. -Fena fikir değil aslında da ben ne anlarım oğlum köpek bakmaktan? +La bi şeyi yok, sabahları yürüyüşe çıkacaksın, zaten hayvan eğitimli. Mamasını vereceksin, oldu bitti. Kendine baktığın gibi bakma, hayvancağız ölür kalır. Öyle yapacaksan bende kalsın. -Yok, yok ben alırım. Kocaman evde tek başımayım zaten, iyi gelir. +İyi bakalım, benim biraz işim var. Akşam nereye gideceğiz? Söyle, ben gelirim. -Mesaj atarım, daha belli değil. +Tamamdır, bekliyorum. Muhabbet böyle sürdü, Floki’yi alıp çıktım. Bir alış-veriş merkezine gidip, arabayı dışarıya park ettim. Floki’yi arabada bıraktım, cam biraz aralık kaldı. Birkaç torba yem ve birkaç kutu kahve alıp, parasını ödeyip eve gittim. Saat 18:25’di eve gittiğimde. Floki’yle beraber eve girdik. Televizyonun karşısındaki, genelde kitap okurken veya televizyon izlerken uyuya kaldığım koltuğun soluna yattı. Akşam gideceğimiz yeri düşünecektim, tamamen aklımdan çıkmış. Tam o sırada Mami’den mesaj geldi, ‘’barın birinin adını yazmıştı 20:00’de orda ol.’’ Duşa girip hızlıca çıktım, saçlarımı kurutup Floki’nin mamasını bir kaba koydum. Ardından üstümü giyinip, saatime baktım. 19:30’du arabaya atlayıp mekâna gittim. Rezervasyon yaptırmış, girdim söylediği yere oturdum. O sırada biri geldi, Asuman’dı bu. Lise aşkım… Geldi oturdu, selam/nasılsın faslı geçti, bekledik diğerlerini. Saat 20:35 falan oldu, baktım gelen yok. Asuman’ın doğum günüydü bugün. Onu çağıracağını tahmin etmemiştim. Asuman’ın biraz morali bozuk gibiydi. -Asuman, iyi misin, dalgın gibisin? +Şey evet, biraz moralim bozuk, köpeğim kayboldu da. Başına bir şey gelmesinden korkuyorum. (O an aklıma Floki geldi.) -Adı neydi bu köpeğin? +Floki’ydi. Gülümsedim, bana o şaşkın ve tatlı bakışını attı. -Sabah, evimin yakınında bir köpek buldum, ayağı kırıktı. Birisi çarpıp, yolun kenarına atmıştı muhtemelen. Adı Floki’ydi. +Ciddi misin sen? -Evet, evimde şu an, dinleniyor. Yüzünde çok tatlı bir tebessüm oluştu ve saat iyice ilerledi. Acıkmıştım, yemek yedik. Birer bira söyledim, içerken muhabbet muhabbeti açtı. Aklıma lise günlerimiz gelmişti, hayatımın en güzel günleriydi onunla geçenler. Geçmişi yad ettik, içtikçe kafası çakır olmaya başladı. Birkaç saat sonra zilzurna sarhoş oldu, evini bilmiyordum ve köpeği de zaten bende deyip, evime götürmek üzere arabaya bindirdim. Arka koltukta, sayıklıyordu. ‘’Murad, Murad, Özür dilerim Murad, Seni seviyorum.’’ Falan filan dedi, başka şehre taşınması yüzünden ayrılmıştık. O zamanlar ulaşma imkânım yoktu, unutmak için aramadım zaten. Eve varmıştık, kucağıma alıp asansöre gittik, evim 6. kattaydı asansör geldi ve çıktık. Kapıyı açtım, Floki geldi sırnaşmaya başladı Asuman’a. Kendi yatağıma yatırdım Asuman’ı, o sırada telefonuna mesaj geldi Mami’den. ‘’Asuman, özür dilerim. Tüm sınıf olarak bir plan yaptık, sizin için, tekrar birleşmeniz için. O yüzden gelmedik.’’ Bana da benzer bir mesaj attı. Gülerek okudum. Asuman’ı yatırdım, üstünü örtüp, tekli kanepeme gidip oturdum. Kitaplığımdan bir kitap aldım ve televizyondan kısık sesle klasik müzik açıp okumaya başladım. Kitap okurken uyuya kalmışım, sabah burnuma gelen kahve kokusuyla uyandım. Asuman kahvaltıyı hazırlıyormuş, hemen toparlanıp elimi yüzümü yıkadım. Yanına gittim, günaydınlaştık, kahvemi dökmüştü. Tam 10 sene geçti, ama kahveyi nasıl içtiğimi hala biliyordu. Sade, şekersiz. İstem dışı bir şekilde gülümsedim, o da gülümsedi. +Akşam olanlardan haberin var mı? -Şey, evet var bizimkiler plan yapmış, işin içine müdürümü de katmışlar. +Benim huysuz patronum da izin vermişti, bu yüzdenmiş demek… Aynı anda, ‘’Ben, sana bir şey söyleyeceğim.’’ dedik. Gülümsedim. -Önce sen söyle. +Yok, hayır hayır, sen söyle. -Hayır, lütfen, sen söyle ardından ben söylerim. +Murad, o lise 2’nin ortasında senden ayrılmak zorunda kalmıştım, hatırlıyor musun? -Evet. +Ben 10 senedir senden başkasını düşünemiyorum, hayatıma giriyorlar ve hemen çıkartıyorum. Senin yerine kimseyi koyamadım. Seni de aramaya korkuyordum, evlenmişsindir diye düşündüm. Yanında çocukların olmasından korktum, bir de gittiğimde söylemişsin sanırım. Kızına adımı verecekmişsin, planın buymuş. Öyle söyledi arkadaşlar. -Şey, evet. Senin yerin bende başkaydı, kızıma adını vermek istedim. Onun gözlerine baktıkça seni hatırlayacaktım. Planım buydu yani… +Peki, evlenmedin mi? Hayatına kimse girmedi mi? -Hayır, evlenmedim. Hayatıma birçok kişi girdi, hatta onlarca kişi girdi diyebilirim. Ama bir şeyler eksikti, sanki her insanda bir şey eksikti. Anlıyor musun? Hiçbirisi sen değildi. Sen o gün gittin, benim toparlanmam yıllar sürdü. Unutmak zorundayım diye düşündüm, mesafeden korktum. Gelmeye korktum yanına, biliyorsun, ailemin durumu da iyi değildi. Üniversiteye hazırlanmam gerekiyordu, ailemi kurtarabilmek için. Sen gittikten sonra tek amacım ailemi kurtarmaktı. Yangın çıkmıştı, dededen kalma evdi. Ve yanıp kül olmuştu, bana Cemil amcam haber verdi, vize haftasındaydım. Apar/topar bir bilet alıp eve gittim. Gittiğimde, evin o görüntüsünü gördüm. Sordum, annem nerede, babam, abim? Neredeler, Cemil amca? Cevap verememesinden anladım, öldüklerini… O an yere yığılıp kalmıştım. Nefes bile alamadım. Sadece ağladım, hem de saatlerce. Bir başımaydım. Bizimkiler aradı, arkadaşlar falan. Teselli vermek için yanımdaydılar. Hiçbir halta yaramıyordu, ama yanımdaydılar. Ailem gitmişti, dostlarım vardı yanımda sadece. O an senin de yanımda olman için Tanrı’ya dua etmiştim. Ama yoktun… +Amerika’daydım Murad. Gitmem gerekiyordu, gitmek zorunda kalmıştım. Üzgünüm. -Önemi kalmadı artık. Geçti gitti, öldüler. Peki neden döndün Amerika’dan? +Seni bulmak için. Seni beş dakika bile olsa görmek için… -Neden, görmek için? +Hala seni seviyorum be adam! N’apayım ha? Unutamıyorum. O an gidip ona sarıldım. 10 senenin özlemini dindirecek kadar sarıldım. O sırada Floki geldi, ayağımın etrafında dolaşıyordu, Asuman eğildi, başını okşadı. Sonra dudağıma öpücük kondurdu ve soru sordu. +Gitmemi veya kalmamı istiyorsan söyle. -10 sene önce gitme diyemedim Asuman sana, şimdi diyorum. Gitme be. Seni hala seviyorum… Tekrar sarıldı bana, oturduk geçmişi biraz daha yad ettik. Ve sürekli sarılıp/öpüp duruyorduk birbirimizi. Özlem geçen bir duygu değildi. Sarılırken anladım. Kalacak yeri olup olmadığını sordum, otelde olduğunu söyledi. Eşyalarını alıp, geldik. Arkadaşlara fotoğraf attık, altına teşekkür ettiğimizi yazdık. Hepsi sırayla, kutlamak için aradı falan. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. 10 sene önceki halimiz gibi davranmak saçma olurdu, otelden eşyalarını aldık, parayı girerken ödemiş. Öyle çıktık gittik, tüm arkadaşları toplayıp akşama aynı barda buluşma ayarladık. Konuştuk, ettik. Ama Asuman duraksadı. +Köpeğime çarpan kimdi? -Harbi lan Floki’ye kim çarptı? Herkes Neco’ya baktı o sırada. +(Neco) Valla onu bende bilmiyorum ama çarpan sayesinde oldu bütün bunlar. Numaranı o sayede buldum Asuman, tasmanın arkasında adın soyadın telefonun yazıyordu, bu sayede planı kurduk, ayarladık. -Ulan deli herif! (Herkes kahkaha attı) Birkaç saat konuştuk öyle, muhabbet muhabbeti açtı ve iyice koyulaştı. Gece 11 civarı, evli olanlar gitti. Birkaç kişi kaldık 2/3 saat sonra bizde dağıldık. Asuman benle geldi, eve girdik. Odama gitmişti, dayanamadım birer fincan kahve yapıp yanına gittim. Konuşmadık bu sefer, birbirimize baktık durduk birkaç saat oldu bu. Bakışlarımızla seviştik ve sonra sabaha kadar seviştik. Birkaç hafta her akşam, sabaha kadar deliler gibi sevişiyorduk, saatlerce… Sonra, evlenme teklifi etmeye karar verdim Asuman’a nasıl yapacağımı bilmiyordum. Ama sürpriz yaptım, hiç beklemediği bir andı ve beklemediği bir yerdi. Şaşırdı, gözlerinde mutluluk vardı. ‘’EVEEET!’’ diye bağırdı. Etraftaki herkes alkışlamaya başladı, ne olduğunu şaşırdım ama umursamadım. Gözlerim Asuman’daydı. Nikah tarihi aldık ertesi hafta, ondan sonraki hafta büyük bi kır düğünü yaptık. Evlenmiştik, hala inanmıyorum. 10 sene önceki hayalim gerçek olmuştu lan! Böyle devam ettik. Çocuk yapmayı falan planlamıyorduk, Floki vardı, onu çocuğumuz gibi seviyorduk. Balayına da bizimle gelmişti, Floki. Mutluyduk, iki sene sonra falan Floki ölmüştü ama yanında güzel bir haber vardı. Asuman hamileydi. Floki’ye cenaze düzenlemiştik. Apartmanın bahçesine gömdük. Çocuğumuz olacağı bizi toparlamıştı biraz. Zaman geçti, hamileliği nazlı oldu. Fakat doğum yaklaşmıştı. Ultrason sonucunda, ikizimiz olacağı söylendi. Bir kızımız ve bir oğlumuz olacaktı. Asuman’ın doğum günü için sürpriz hazırlıyorduk arkadaşlarla birlikte. Tam Asuman ile mekâna giderken, suyu geldi. Doğum başlamıştı, ani fren yapıp hastaneye gittim. Doğumhaneye girdi, bende yanındaydım, elini tuttu. Çocuklarımı gördüm, mutluluktan ağlıyordum. İnanın bana bu duygu bambaşkaydı, hayatımın en güzel hissiydi. Çocuklarım, anneleriyle aynı gün doğmuştu. Her insanın başına gelmez herhalde. Arkadaşları aramıştım, hepsi hastaneye geldi birkaç saat içinde. Hemşire, kuvöze koydu çocuklarımı. Şimdi Asuman’la aklımızda tek bir şey vardı. ‘’Çocukların adı ne olacaktı?’’ Yanımıza o zamanlar müdürümüz olan Ahmet bey bile geldi ama şu an müdürümüz değildi. Firmayı satın almıştı ve müdür bendim. Kızımızın adını Sema, koyduk. Oğlumuzunkini Ahmet. Böyle eve gittik ve devam ettik, şuan onlar içerde uyuyorlar, ben onları izliyordum. Şuan bakıyorum, Hayat çok güzel, zorluklar yaşasan da güzel, çünkü güneş illa doğuyor. Peki gecenin bu saatinde bunları neden yazdım? Bilmiyorum, anlatmam gerekiyordu sanırım. Sizlerden tek ricam var, sevginizden vazgeçmeyin. Bir insanı sevmek çok zor, ve her daim sevebilmek başka bir şey, çok güzel bir şey. Sevin, asla vazgeçmeyin!
4K notes
·
View notes
Video
youtube
Gerçek Altınlı Treasure X Hazine Avı Oyuncakları Sürpriz Box Yumurta Açma Hunt Gerçek Altın suyuna batırılmış Treasure X Hazine Avı Oyuncakları Sürpriz Box Kutu Yumurta Açma Hunt Çocuk Videosu arıyoruz. Çıktı Sürpriz Yumurta TV Çocuk kanalına abone olmak için tıklayın. http://goo.gl/JbWiWP #TreaSureX #HazineAvı #ÇocukVideosu #SürprizYumurtaTV Sürpriz Yumurta TV kanalı olarak sizlere Hazine Avı kategorisinde değerlendirilebilecek bir Treasure X gerçek altın suyuna batırılmış hazine avı kutusu sürpriz yumurta sayılabilecek box treasure hunt açıyoruz. Bu Treasure X unboxing videosu ile sizlere Treasure X oyuncak ve Treasure X açılımı ile gerçek altın bulmaya çalışıyoruz. Treasure unboxing videolarından olan bu videom ile gerçek altın bulma yolcuğuna çıktık. Treasure Hunt hazine avı çocuk videomda pjmaskeliler kaçırılan hazinemi bulup bana getiriyorlar bu sayede çocuk videoları için önemli olan kadi çocuk ile bilrikte hazine buluyoruz. bu Treasure X alçı taşından yapılan sürpriz kutudan bir adet kocaman taş çıkyor suda biraz yumuşamasını sağladıktan sonra çocuk oyuncakları çıkıyor kazıcı aletleri ile hazien haritası üzerinden hazineyi yerini buluyoruz altıdan olan aletlerimiz ile taşı kazıyoruz ve içinde yatan iskelet oyuncak figürümüzü ve hazine sandığını buluyoruz daha sonra hazine sandığına su koyup hazinenin çözülmesin ive ortaya çıkmasını sağlıyoruz altın hazine sürpriz yumurta hazine kutusu ve diğer eğlenceli çocuk videoları için kanalıma abone olmayı unutmayın. Sürpriz oyuncak, çocuk oyuncakları, çocuk videosu, çocuk videoları ve oyuncak videolarının tümü sadece çocuklar içindir. Treasure x türkçe tanıtım videosu budur. Bu Treasure X türkçe tanıtım videosuna konu olan bu Treasure x kutusu 99Tl ye satılıyor ve içinden minicik bir altın suyuna batırılmış sahte bir altın çıkıyor. ayrıca minicik bir figür çıkıyor plastikten yapılma. Bence bu fiyata değmez. Daha önce yayınladığım videolarıda izlemek ister misiniz? Toybox Sürpriz Kutusu Süpriz Yumurta Açma, Topi, sünger bob ve Nutella atıştırmalıkları https://youtu.be/G0qH41nuLe0 Toybox Sürpriz Yumurta Açma, abur cubur ve atıştırmalıklar süpriz kutu TV https://youtu.be/6Pxc03Emnq8 Toybox Sürpriz Yumurta Açma Kutu Oyuncak, Pepee Barbie ve Emoji süpriz https://youtu.be/UOmiQbaEdOM Yeni Kinder Surprise Emoji Sürpriz Yumurta Açma Kinder Joy süpriz çocuk videosu oyuncak https://youtu.be/xzVTL6NPl50 Oyuncak Kepçe ile Scooby Doo Sürpriz Yumurta Açma Süpriz İş Makinesi sukubidu dozer ekskavatör https://youtu.be/XoADWYPqZRg Hello Kitty Dev Sürpriz Yumurta Açma Eğlenceli Çocuk Videoları Süpriz Kutular puzzle https://youtu.be/Jjv6rKUzb8k Toybox sürpriz Yumurta, Oyuncak ve Kutu Açma, Abur Cubur atıştırmalık Jelibon Sour Patch petito https://youtu.be/lO_mkOR6PxY Kinder Surprise Sürpriz Yumurta Açma Kinder Joy süpriz çocuklar için eğlenceli oyuncakları videoları https://youtu.be/NxLNMERKSkY Sürpriz Yumurta Açma ve Kinder Çikolata Türkçe Atıştırmalıklar AburCubur Süpriz TV https://youtu.be/N55TzcBsIxs Uzun Sürpriz Yumurta Açma Videosu 45 DK Türkçe Slime Oyuncak ve Kinder Surprise Barbie, MLP Şirinler https://youtu.be/Vp7BT5CfSPY Kinder Sürpriz Yumurta Açma Kinder Surprise Oyuncakları ve Yumurtalar Türkçe izle https://youtu.be/eMosCVKp_2Q Kinder Surprise Sürpriz Yumurta ve Oyuncaklar Açma Türkçe Süpriz Yumurtalar izle videoları https://youtu.be/QNVoPiSHKTM Sürpriz Yumurta Açma, Türkçe Sürpriz Yumurtalar Açımı ve Oyuncakları videoları https://youtu.be/gkjPNRy3B9Y Sürpriz Yumurta TV Kanalım yani #SYTV kanalım çocuklar için çeşitli oyunlar, oyuncaklar, sürpriz yumurtalar ve ev de yapılabilecek deneyler bulunuyor. Kanalımdaki diğer bazı videoların bulunduğu oynatma listeleride aşağıdaki gibidir. Dev Sürpriz Yumurtalar https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckxaq6Ekp4TG7XN15XY-IF1s Evde deney Yapma Jelibon hazırlama Vdieolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyAqyEFXq9L69SFlr3rcybE Oyuncak TRen Seti oyuncak videolarım: https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyKSiTTcqmHgScEcGnQAloz Stop Motion Animation Videolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyXuEpNL6OlWp8O9C8ASRk2 Oğlum Muhammed Emin ile çektiğim videolar https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckxXaWOuNezDMgo9V3ktaWlJ Transformers Robot videolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyyH-Z7Rwjcda9m5IBZnyCR Bu videoda Bir Küçük Adam kanalından Muhammed Emin ile birlikte birazcık çalıştık. Onun kanalına da abone olmayı unutmayın. Muhammed Eminin Kanalına abone olmak için lütfen Tıklayın. http://goo.gl/1RadEF Sosyal Medyada bizi takip edin. http://youtube.com/SurprizYumurtaTV http://www.youtube.com/ElmaSekeriTV http://surprizyumurtatv.com http://twitter.com/SurprizOyuncak http://facebook.com/SurprizYumurtaTV http://surprizyumurta.blogspot.com.tr http://www.instagram.com/SurprizYumurtaTV http://plus.google.com/+SurprizYumurtaTV https://youtu.be/ER4WddBee-8
0 notes
Text
Amerika'da son alışveriş trendi: Alışveriş yapmamak!
Hatta eldeki mallardan da kurtulup, hayatı sadeleştirmek! Kriz sonrası, çalışanlar, gelirlerinin daha büyük bir bölümünü harcamayıp biriktirmeye başlayınca, ABD'li üreticilerin etekleri tutuşmuş! Şu ara yapılan çoğu tüketici araştırmaları "Bu adamlar ne satın alırlarsa mutlu olurlar?" la ilgili.
Ortaya çıkmış ki bir servis almak, mal almaktan daha faydalı insan doğasına. Yani bir ayakkabı yerine kutu oyunu, pahalı bir çanta yerine spor salonu üyeliği, araba yerine seyahat, ruj yerine sinema bileti, insanları daha mutlu ediyor! Bir tecrübe satın almak, kişiye daha yoğun ve uzun süreli bir tatmin sağlıyor. Üstelik; mal edinmenin mutluluk getirmediğini öğrenen 'dünyanın en çok satın alan halkı', kocaman otomobillerini, dört oda bir salon evlerini, 48 parçalık yemek takımlarını, doğrayan parçalayan karıştıran onlarca mutfak aletlerini satıp, ayrı bir oda haline gelmiş gardıroplar dolusu giysilerini fakirlere bağışlayıp hayatlarını sadeleştiriyor.
Bazı aileler 40 metrekare bir evde, dört tabak, dört bardakla ve işe bisikletle gidip gelerek yaşamanın onları hiç olmadıkları kadar mesut ettiğini iddia ediyor. Bu esnada biriktirdikleri parayı yoga derslerine ve tatillere harcıyorlar.
100 Eşyayla Yaşamaya Davet! Bir internet sitesi, tüketicileri sadece ve sadece 100 adet kişisel eşyayla yaşamaya davet ediyor! Yani kıyafet, kozmetik, ayakkabı, kitap, kalem, her şey toplam 100 parça edecek. Sitenin çağrısı büyük ilgi görüyor ve internet kullanıcılarından hatırı sayılır sayıda bir grup, kişisel eşyalarını hayır derneklerine bağışlayıp hayatlarındaki kalabalıktan kurtuluyor.
Hikâye psikologlara göre şu: İnsanlar, iyi ya da berbat, yaşamlarındaki tüm değişikliklere çabucak alışıyor ve doğalarında var olan sabit mutluluk seviyesine bir an önce ulaşmaya çalışıyorlar.
Ebeveynlerinden birini kaybeden bir insanın bir süre sonra eski mutluluk ve neşesine kavuşması da bu yüzden, yalı alanın birkaç yıl sonra yalıda oturmayı kanıksayıp eskisi kadar 'mutsuz' olması da! Yani para mutluluk getirmiyor denemez ama, parayla satın alınan mallar mutluluk getirmiyor! Şan dersleri, seyahatler, piknikler, tiyatro oyunları filansa başka! Farklı tecrübeler hayatı zenginleştirip memnuniyeti yükseltiyor!
Los Angeles'li filmci Roko Belic dünyayı dolaşıp "Happy - Mutlu" isimli bir belgesel üzerinde çalışıyor. New York Times gazetesinin haberine göre San Fransisco'nun kalburüstü semtlerinden birindeki evini bırakıp, hayatını tamamen değiştirip, Malibu plajında bir karavana taşınmış! Haftada üç dört gün sörf yapabildiği için şu anda ufacık karavanda çok daha mutlu bir hayat yaşadığını anlatmış.
Avucunuzu Açmayı Denediniz mi? Asya'da maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır: Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı büyüklüktedir. Yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz. Maymun tatlının kokusunu alır, yiyeceği yakalamak için elini içeri sokar, ama yiyecek elindeyken elini dışarı çıkarması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkmaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner, ama kaçamaz. Aslında bu maymunu tutsak eden hiçbir şey yoktur. Onu sadece, kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir. Yapması gereken tek şey, elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki, bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
Bizleri de tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır! Bu örnekle benzeştirirsek; ben, sahip olduğumuzu düşündüğümüz her şeyin bizim için birer tuzak olduğunu fark etmediğimizi düşünüyorum: -- Çoğunlukla konuşmaktan fazla bir özelliğini kullanmadığımız son model cep telefonlarına sahip olmak, -- Ortalama 15 m2´sini kullandığımız ama kullandığımız alandan 10-20 kat büyük evlere sahip olmak, -- Belki bir kez giydikten sonra çok uzun sure dolabımızın bir köşesinde unuttuğumuz günün modasına uygun giysilere sahip olmak, -- Okumadığımız kitaplara sahip olmak, --Asla kadranın gösterdiği sürate ulaşamayacağımız en süratli arabaya sahip olmak, -- Bize günde 3-5 kez zamanı, başkalarına sürekli zenginliğimizi gösteren kol saatlerine sahip olmak, -- Vakit bulup gidilemeyen, gidilse bile dinlendirmekten çok uzak; tabiri caizse yorgunluktan haşatımızı çıkaracak deniz kenarına yakın bir yazlık, bir dinlence evine sahip olmak, -- Oturmadığımız koltuk takımları, izlemediğimiz dev ekran televizyonlar; kullanmadığımız, faydalanmadığımız daha nelere sahip olmak... Ya da sahip olduğumuzu sanmak... -- Sadece çevre olsun diye bulunduğumuz ortamlar ve arkadaşlıklar!
O maymun gibi; avucumuzda tuttuğumuz sürece (faydalanamasak bile) sahip olduğumuzu sanmıyor muyuz? Ve ancak parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz zaman gerçekten özgür olup tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelmeyecek miyiz?
Aslında biz bu dünyaya sahip olmaya değil, şahit olmaya gelmişiz..
Doç. Dr. Erol ERÇAĞ (kaynak: Dr.Korkmaz)
0 notes
Photo
Okullar açılıyoooorrr 🔔🔔🔔 🔔Çocuklaaarr okula gitmeden mutlaka kahvaltı yapıyoruz 😌 Kahvaltı yapmadan dışarı adım atmak Yok ❌ Kahvaltı yaparak okula gelen çocuklar yapmayanlara göre dikkatlerini daha kısa sürede topluyorlar çünkü😇 Başarılı bir sene geçirmenin ilk kuralı bu 👻. 🔔Beslenme çantaları mutlaka hazırlanıyor. Ara öğünler 🍎🍏🍌🥛ve sular 💦 💦 mutlaka çantalara konuluyor😌 🔔Beslenme çantalarına çocukların kolay tüketebileceği besinler koyarsanız çocukları abur cuburlardan uzak tutmuş oluruz🍔🍟🍭🍿🍫 😈 Annemizin evde hazırladığı mis gibi katkısız besinler çantalara koyuyoruz 🥙 🔔Dışardan alınmış kutu meyve sularına kocaman bir 'hayııııırr' deyip annemizin evde hazırladığı şekersiz taze sıkılmış meyve sularını tercih ediyoruz 🍹 🔔Okulda tüketilen ara öğünler sandviç-ayran veya muz-ev yapımı kek veya ceviz fındık badem süt meyve gibi seçeneklerden oluşabilir 🌮🥙🥗🍪 Yaşam boyu sürdürülecek beslenme alışkanlıkları bu yaşlarda oluşuyor.Evde anne ve baba okulda öğretmenler çocuğun beslenmesinde rol model olmalıdır 😌 Hepinize sağlıklı ve başarılı eğitim-öğretim yılı dilerim 😌 Hepinizi seviyorum 💕#samsun #diyet #diet #samsundiyet #diyetisyen #dietitian #sağlıklıbeslenme #diyetteyim #diyetteyiz #sağlıklıyaşam #sağlık #health #beslenme #zayıflıyorum #zayıflama #kiloveriyorum #gitsinkilolargelsinmutluluk #food #spor #yürüyüş #egzersiz #diyetisyensamsun #samsundiyetisyen #dyt #dytedanurarslan #dytedaarslan (Diyetisyen Edanur Arslan Beslenme ve Diyet Danışmanlık Merkezi)
#kiloveriyorum#spor#samsundiyetisyen#gitsinkilolargelsinmutluluk#diyetisyen#samsundiyet#dytedaarslan#beslenme#egzersiz#health#diyetteyiz#sağlık#zayıflama#dyt#diet#samsun#diyet#diyetisyensamsun#sağlıklıbeslenme#dietitian#diyetteyim#food#yürüyüş#sağlıklıyaşam#dytedanurarslan#zayıflıyorum
0 notes
Text
Kapak sözler
Kapak sözler
Ben en azından katilimi tanıyorum. Fakat sen bir gün sevilmediğin bir yürekte, Kim vurduya gideceksin…
Ben Hep Gitmişimdir, Kiminin ”HOŞUNA” Kiminin ”ZORUNA”.. Kızlar erkeklerin “gelirlerine” Erkekler kızların “giderlerine” baktığı sürece, biri gelir biri gider. İstersem çare , istemezsem bahane bulurum . Sen rahat ol … ! Boşuna kimseyi suçlamayın dostlarım! Kullanıcı hatası değil, bazılarının doğuştan defoludur yüreği. Attığınız ya da atacaklarınız kazıkları saklıyorum, saklıyorum ki gün gelip bana döndüğünüzde sizi ağırlayacak yerim olsun. Yanımda olması gerekenler zaten yanımda def olup gidenler kimin umrunda… Gidiyor musun? Git! Soytarısı terk etti diye, kralın sarayı yıkılmaz. Edebim el vermez edepsizlik edene. Susmak en güzel cevap, edebi elden gidene. Çok talibim var diyenler; Sevinmeyin! Ucuz malın alıcısı çoktur. Sahne senin devam et ama sira bana gelmesin dua et. Sadece gülüşümü yakala, öfkem sana ağır gelir… Sende haklısın…Adamlığın kadar konuş dedim diye bu susmalar…! Hayat bana hiç yeşil ışık yakmadı sorun değil, ben zaten hiç kırmızıda durmadım. İnsanlar da fotoğraf gibi; Ne kadar büyütürsen, o kadar düşüyor kalitesi.. Ya geç karşıma ortalığı sevginle inlet, ya da çekil kenara adam gibi nasıl sevilir seyret. Ben kimseye beni sevsin diye soytarılık yapmam… Ya sever bildiği gibi, ya gider geldiği gibi. Sen benim adımı bile anamazsın. Bırak dost kalmayı sen benim düşmanım bile olamazsın… Kimseye kendimi tanıtmak gibi bi derdim, ne de kimsenin beni tanıması gibi bi lüksüm vardır. YOK artık sana ait tek zerre bünyemde…Sen koca bir HİÇ oldun bende, ettiğin TeK cümle ile!!! En güzel kapak sözler sitemizde yayınlanmaktadır. Canımı yakacak kadar Cesareti Olanın, Sonuçlarına Katlanacak Kadar da Gücü Olmalı. Dünya aleminin derdi ben olmuşum, demek ki zamanında iyi koymuşum. Arkamdan konuşan insanlar, konuşmaya devam edin.Küçük insanlar konuşur, Büyük insanlar konuşulur… Sana birazz adam oll diyecegim seni de zor durumda bırakmak istemiyorum… Yanımızda olması gerekenler zaten yanımda, defolup gidenler kimin umrunda. Uzak dur çek elini benden, senin gibi seviyesizleri çook geride bıraktım ben. Piyangonun sana çıkmadığına çok şaşırdım halbuki bütün numaralar sendeydi. Siz erkekler hepiniz aynısınız! diyen kızlara sesleniyorum; Siz düzgün olsaydınız da hepimizi tanımasaydınız. Kırgınlığım lunaparkta unutulmuş bir çocuğun nefreti kadar, Sorun atlı karıncalar değil, Arkamdan dönüp duran dönme dolaplar. Sevgimin kıymetini bilmeyeni yokluğumla terbiye ederim. Etme sırtını duvardan başkaşına emanet en kralının bile içinde vardır bir nebze ihanet. Konuştuğun kadar şerefli olsaydı hislerin; şerefini iki paralık etmezdi seçimlerin. Kimileri toprak kadar kıymetli, kimileri bir ot kadar değersiz. Herkes bir şekilde yaşıyor işte. Kimileri şerefli, kimileri şerefsiz. Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri baya zaman alıyor. Laf sokma kapak olursun yalvarma köpek olursun delikanlı ol bel ki yanımda yer bulursun. Bu laflar sana kapak olsun fena oturtum helal olsun tipin yok ki şeklin olsun hadi canım yolun acık olsun. Kimi insan girdiğinde odayı aydınlatır, kimide çıktığında… Umutlara kanma umutlar bir gün imkansızlaşır, hayatı toz pembe yaşıyorum sanma her renk bir gün siyahlaşır… Ne kralına giderim ne alayına! Bir durum varsa kralı da gelir ayağıma alayıda! Oralarda benden yok bi düşünsen anlarsın… buralarda senden çok var görsen şaşarsın…. Buğulu camlardaki sözler gibisin; yani nefesim olmadan bir hiçsin. Bazı insanlar hep ‘kaptan’ olurlar, söz konusu ‘dümen çevirmek’ olunca. Hesabı olanlar sanmasın kapandı defterler. Tek tek yazıyorum her birini bir kenara. iyi kötü, bir gün ödenecek bedeller… Bana yol vermeyi düşünmeden önce… Sana verdigim yolda yürümeyi öğren… Bu saatten sonra ben başkası için yazarım, sen kendin için okursun! Bana kalbimdesin deme, bilirsin kalabalıkları sevmem.
Kapak sözler 2017
Aklımdan geçtin gittin, kim bilir yine kime gidiyordun. Şerefin kadar konuş desem, ömür boyu susacak insanlar tanıyorum. Sevebileceğim birine benziyordun dedi. Olsun dedim, sen de insana benziyordun. Benimle kurduğun hayalleri başkasıyla yaşayacak kadar ucuzsan, ben de seni tanımayacak kadar pahalıyım. Kendini beğenmiş insanları severim. Hiç kimsenin beğenmediği bir şeyi beğenmek, Ayrıcalık’tır. Kendini dünyalar kadar değerli zannedenlere kısa bir not: Dünya beş para etmiyor. Hayatta gözyaşlarımı hakedecek bir insan görmedim. Ya benim gözyaşlarım gereksiz, Yada uğruna gözyaşı döktüğüm insanlar değersiz. Karakterim ve tavrımı birbirine karıştırmayınız! Karakterim “kim olduğumla” ilgilidir, tavrım “sizin kim olduğunuzla.” Siz kumarda kazanan aşkta kaybeder yalanına inanın! Unutmayın ki; Kumarda kazananlar aşkı satın alıyorlar. Yalan zeka işidir, dürüstlük ise cesaret. Eğer zekan yetmiyorsa yalan söylemeye, cesaretini kullanıp dürüst olmayı dene. Sizler kutu kutu pense oynarken bizler kutu kutu efes içiyorduk! Ölüme güler gülüme ölürüm gülüm! Bu kalp sewmekten yorulmaz! Mühürledim seni ömrüme mühürledin sen Beni ömrüne… Beni sevmek için kendini ayarlama yoksa sana reset atarım… Gözler yalan söylemez! Geçen günler geriye gelmez… Ben yazarım sen oynarsın gözüm… Noktayı koyduğumda ne senden bir eser kalçak neden bende bir kelime kalıcak… Gözlerinde yaş yoksa ruhun gökkuşağına sahip olamaz Laf koyup havalı bir şekilde yürümeye başladığımda dizilerdeki gibi tema müzikleri çalsa ne hoş olurdu lan. Şu hayatta en çok güldüğüm insan modeli kendi fotoğrafını kendisi çekerken uzaklara bakıyormuş, haberi yokmuş gibi poz verendir. 14 şubat’da sevgilimle yemeğe çıkıcaz , ordan sonra parti felan kopucaz. Şaka lan saka sevgilimiz mi varda gezicez , evde oturup çayla püsküt yicez “en çok incittiğimiz kişilerin, aslında en sevdiklerimiz oluşu ne garip değil mi” ?. Ağzımla kuş tutsam bile sevmeyecekmiş beni. Afedersin ama o kuşu götüne sokarım senin. Gel dolmuşta yanımda oturan teyze gel tüm mesajları beraber yazalım tek okumakla kalma fikir falan ver yorum da yap bari gel. Misafirlikte tıka basa yediğin halde sofradan kalkarken laf olsun diye “hani ne yedin ki” diyen, ev sahibinin önüne küsüp “ahanda bunu yedim” diyeşim var. Ne yani. Evlendikten sonra, başkasına aşık olamaz mıyım? Oğluma mesela Bikinili fotoğraflarını, profil resmi yapan kızlar. Tıpten kaybediyorsunuz diye, gotten kazanmaya çalışmayın. O kadar yalnızım ki; ağzımla mesaj sesi çıkarıp, telefonuma bakıyorum… Her yıl düzenli olarak kullandığım cümle “geçen yıl çok salakmışım” Facebookta profesyonel makina ile fotoğraf çekilince kendini ‘popi’ zanneden yüzlerce insan olduğu için twitter’a geçtiğim doğrudur. Kimse bir şeyleri imaa etmesin, nefretiniz varsa yüzüme söyleyin söyleyemiyorsanız beni dinleyin! Bu dünyada öyle bir insanı sewmeliyimki ben ölünce oda yaşamasın… bir sen vardin bundan önce içimde şimdi ben bile yokum kendi içimde… Her insan kaldıramaz sevdamı sözlerim sana yalan sevdalı! Gözlerin görmüyorsa bakma sevmeyi bilmiyorsan boşuna oynama… Seni izliyorum herzaman, anladımki seni izlediğim zamanda senin gibi yalan… Hiç bir şey sorma bana sende tiyatrocu çıktın bunu saklama… Bakireliğini almak istiyorum’un nazikçesi olmuş seni seviyorumlar. Sakin ol hayat , konuşarak halledelim skmene ne gerek var … Hepimiz sorumluluk sahibi olamayacak kadar Benciliz Kalbim sabrımı durdurur ve dilimide seytan doldurur Yok artık sana ait bedenimde tek bir anı, sen bende koskoca bir hiç oldun kurduğun kelimeyle… Ne 0lur artık vurma beni uzaklaş, bundan böyle benim için hüzündür aşk! Allah im yağmur yağdır yeryüzüne pislik çok! Sadisttir insanlar , kendilerine uygun mazoşist ararlar sonrada kullanır kullanır atarlar Yeni bir krize giriyorum Ellerim titriyor Üzgün değilim ama gözlerim doluyor ! İstanbul sana susamalı Benim sana susadığım kadar Bu hasret istanbul’a da koymalı bana koyduğu kadar El değmemiş intiharlarım var Benim Mecalsiz yaşamalarım Yangınlar bile yağmadı gözlerin kadar ! Hayallerimi bırakumutlar senin olsundöneceksin sanarakyasanmaz biliyorsun! Oyuncaklarımın hepsi kısa hafızalıbır türlü üzemiyorum onlarielinde sonunda mutlu oluyorlarbir türlü bana benzemiyorlar Bir gün titreyerek uyanırsan bil ki resmini öptüğüm gündür. Ama bir gün sebebsiz yere gözyaşların akarsa, bil ki olduğum gündür. Entel değilizki manitamiz olsun Caddeli değilizki arabamız olsun Biz karadenizliyiz bırakında farkımız olsun. Kimsenin bilmediği inteharlarım var benim, yaşamdan kopmuşçasına kaçışlarım var insanlardan… Eğer birisi seni aldatmışsa bu onun suçudur. Eğer o kişi seni pek çok kere aldatmışsa bu senin suçundur. Sevgime ihanet eden sevgiliyi kurşuna dizerken titrerse elim o titreyen ellerimi kesmessem namerdim! Gözlerine baktıkça ağlasada gözlerim ağlamak içinde olsa gözlerini özledim Bir kar tanesi kadar beyaz ol ama ; onun kadar soğuk olma bitanem… Ne dayılıkta gözüm var, ne de ağalıkta… Yalnız dalımı kıran olursa ağacını kökünden sökerim. Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun martı sevdiği denizden asla…!Vazgeçmez unutma…! Alemin derdi ben olmuşum demekki zamanında çok koymuşum Elalem cüzdanını koyar ben yüreğimi koydum Ben bu alemde kralda kuralda tanımam Konuşacaksan öyle Bir konuşki inanayim ağlatacaksan öyle Bir ağlattı susmayayım gideceksen öyle 0Bir gitki ölümü unutayım ama seveceksen öyle Bir şevki konuşsanda gitsende ağlatsanda seni yüreğimde yaşatayım Kimse wazgeçilmez değildir.kır kalbimi gönlün olsun.al herşeyi gözün doysun.şimdi başka manitalarlayım al buda sana kapak olsun…! Ne kadar güzelsiniz – biliyorum… Onun için bu yaşta evliyim – pardon yenge Mekan haydarpaşa -pardon saati sorablir miyim? -şurda kocaman yazıyor göremiyor musun? Adam kızın oturduğu masaya yaklaşır yanındaki boş sandalyeyi tutar ve dil sürçmek suretiyle -boş musunuz -hayır arkayı besledik gör muyon mu -ben sandalye için sormuştum -ben sizi yanlız bırakayım o zaman Tanışmak isteyen erkek kızın masasında bir şey arar gibi yapar. Kültablasını kaldırır altına bakar vs. Aranır da aranır. Sonunda kız dayanamaz ve sorar – Ne arıyorsunuz siz? – Sizinle tanışmak için güzel bir bahane arıyordum, ama bulamadım – Bunun üzerine benim “aaaaayy çok tatlısınnn” mi demem gerekiyo – eeööö e tabi olabilir – Defol! -Daha önce tanışmış mıydık yavrum -Sanmam hayvanat bahçesine gitmeyi sevmem -honk – Pardon tanışabilir miyiz? – Sebep? – eeöö – eee – Güzelsiniz desem – Bu benim sorunum desem? – pardon abla – Tanrım… Sizi daha önce tanımalıydım – ben o kadar vakit kaybını göze alamazdım – nasıl – Naş diyorum kısa ve öz – Yalnızmıyız? – Sorduğun soruyla çelişme – Nasıl? – Hem çoğul hem yalnız olamayız dimi ama – Ohmm pardon – Ne o bayım… Zeki mi geldim? – ilk görüşte aşka inanır mısınız – …. – İnanmıyosanız çıkıp bi daha gelicem de – Ayy yesinler sempatik şey – Ehehe – Dövecem ama bak Kız köpek gezdirmektedir; – Ehhehe ne sevimli şey… lsırır mı – Parçalar bile – Ne güzel gözleriniz var – Lens onlar – Eooe olsun yine de güzel – Ha sonuna kadar zorlucam şansımı diyosun. – Sizi birine benzetiyor gibiyim? – Siyah kuşak var bende…. Asıl ben seni benzetebilirim – Pardon bayan bir şey sorabilir miyim ? – Tabii… – Bu ne güzellik ? – Hangisi -Pardon saatiniz var mı acaba? –Yok maalesef… -Bende var… -İyi güle güle kullan Bana ‘Kötü Kalplisin’ demiştin. Haklıydın. Çünkü orada sen vardın! -Merhaba, saat var mı? -Ne? -Saat diyorum. -eee -Kaç olmuş acaba. -Ne oldu randevun mu var. -Yoo. -O halde niye soruyorsun -Merak ettim de -Bi git be! – Pardon isminizi öğrenebilir miyim – Naapcan – Kalbime kazıycam, kimse unutturamasın diye – Ha çok romantiğim diyosun – evet… – Peki embesilliğini gizleyebilecek bi özelliğin var mı? – Sigaran ve sen ölesine birbirine benzionuz ki… Ama onu ben yaktım, beni de sen – AllaAlla enteresan… Bence de sen ve sigaram benziyosunuz… İkinizi de ayağımın altında ezebilirim – Upss – Bayaann gülüşünüz ne kadar tatlı. Babanız şekerci mi? – Hayır semerci senin gibi eşeklere semer dikiyoo… Sokrates bir gün yürürken , tek kişinin geçebileceği kadar mesafe olan bir mevkide dönemin soylularından biriyle karşı karşıya gelir ve ikisi de durur…kısa bir süre Bakıştıktan sonra : Soylu: ” ben senin gibi pis bir zavallıya yol vermem!” Sokrates: “ben veririm…” Bir toplantıda bir genç Mehmet Akif’i küçük düşürmek için sorar; -affedersiniz, siz veteriner misiniz? Mehmet Akif’in cevabı; -Evet, bir yeriniz mi ağrıyordu Tarih hocası sınıfta çok ses olmasına sinirlenir ve bizim sıramıza doğru azarlamak için gelir. Tarih hocası: Allah akıl dağıtırken siz nerdeydiniz? Arkadaş: Sizin yanınızdaydık hocam Hoca:hmghmmm Matematik hocamız orta okul zamanlarında bize haykırdı : – Ulan Fatih Sultan Mehmet sizin yaşınızda istanbul’u Fethetti siz şu basit problemi yapamıyorsunuz ! Öğrencilerden biri : ama hocam fatih’in hocası akşemsettin di Tembel oğluna “Atatürk senin yaşındayken okul birincisiydi” der Oğlu da “Senin yaşındayken de cumhurbaşkanıydı ama” der… Dünya nüfusu arttıkça, insan sayısı azalıyor. Kulaklarının büyüklüğü ile ünlü galileo’ye hasımlarından biri: – “Efendim”, demiş. “kulaklarınız, bir insan için biraz büyük değil mi?” Galileo: – “Soğru”, demiş. “benim kulaklarım bir insan için biraz büyük ama, seninkiler bir eşek için fazla küçük sayılmaz mı?” Muhabir: Müslüm bey, hakan taşıyan için arabeskin yeni peygamberi diyorlar. Ne diyorsunuz? Müslüm gürses: ben öyle bir peygamber gönderdiğimi hatırlamıyorum. Yavuz Sultan Selim seferleri gizli tutarmış… Vezirin teki de inatla soruyomuş nereye sefere gidiyosunuz diye… Yavuz – Sen sır tutmasını bilir misin? Vezir – Evet hünkarım, bilirim Yavuz – ben de. Yeni kapak sözler | En kapak sözler
0 notes
Photo
İstanbul’daki 3 Enfes Ekler Mekanı
Çikolatayla yapılan her türlü şeyin hastasıyız. Özellikle bu mini mini, çayın kahvenin yanına on numara yakışan bir şeyse bayılırız, ölürüz, biteriz ona.
Hayatımıza giren pate a choux (pataşu); hamuruyla ve kremasıyla adeta kapanmaz ağızlar, her türlü yalanan parmaklar, küçülmeyen mideler yarattı. Kalori nedir, ne zaman vardır, hangi durumlarda ortaya çıkar düşünemez olduk. Özellikle bu minnoş tatlıyı çok iyi yapan mekanlara yakın oturuyorsanız vay halinize! Kim tutabilir ki elinizden? Biz de tutmuyoruz maalesef! Üstüne üstlük eklerin en iyi çıktığı mekanları sizin için seçiyoruz. Bunu size karşı yapılan bir kötülük diye algılamayın lütfen, biz yapmasak yine gidilecek o pastaneye yine alınacak kutu kutu.
Bunu bildiğimiz için de “İstanbul'da en iyi ekler nerelerde yenir” sorusunun cevabını aradık ve İstanbul'daki ekler mekanlarını bulduk.
Bir ofis klasiği: Pasta Sanatı
Ekler denilince herkesin aklına tek bir yer geliyor: Pasta Sanatı. Öyle bir level atlamış ki böyle bir level yok.
Ballı, hindistan cevizli, kestaneli, kahveli, fıstık krokanlı, kivili, limonlu, böğürtlenli… Saymaya hakikaten üşendik. Çikolatalı eklerden vazgeçemeyen beni bile yolundan döndürdü, çilekli ekler yemeye teşvik etti. Çilek diyorum ama bu olay sadece sostan ibaret değil. Harbiden çileği almışlar eklerin arasına koymuşlar. Bu lezzet mutlaka denenmeli! Hediyelik kutulardaki ekler, fondü ekler de aklınızda bulunsun.
Ekler konusundaki üstün başarısıyla herkesi midesinden vurunca bir iki şube yetmedi tabii. Beşiktaş, Cevahir, Şaşkınbakkal, Kocamustafapaşa 9 şubenden birkaçı.
Eve sipariş vermek için: Pasta Sanatı Maslak İletişim: Pasta Sanatı
Canım benim: Eklercim
Eğer yol üstüyse burayı atlayıp geçen bir insanoğlu tanımıyoruz. Bir şey alınmayacaksa bile içeri girilir, vitrine bakılır, bugün ayaküstü yine ne ikram edilecek diye düşünülür. İkram edilen şey bazen çıkardıkları yeni bir pasta olur, bazen tarçınlı sıcacık sahlep, çoğu zaman da ekler tabii.
Oradaki çalışan 7-8 kişi hep mi mutlu olur, hep mi enerjik olur arkadaş! O enerji size geçince bir de ikram edilen o denli lezzetli ekler olunca devamını evde getirmek istiyorsunuz tabii. İşte burada tam olarak yapacağınız şey frambuazlı, krokanlı, çikolatalı, kivili, kahveli ekleri kutunuza koydurtmak.
Bir de kocaman sandviç şeklinde ekleri var, sadece midenizi değil gözünüzü de doyurur cinsten.
Eklercim adres: Kurtuluş Cad. No:86 (Şişli), İstanbul
Değmesin sakın: Nazar Pastanesi
Eklercim gibi bu pastanemiz de gurme marketlerin, mezecilerin, fırınların, pastanelerin kol gezdiği Kurtuluş Caddesi’nde. Küçücük tatlı bir mekan. Normalde bilmeyenlerin başını kaldırıp bakacağı bir yer değil fakat pastanenin camında asılı kocaman bir Vedat Milor fotoğrafı görürsünüz. Tam bununla da bitmez; “Ünlü Gurme Vedat Milor Nazar Profiterol'e tam not verdi, peki ya siz?” O sırada o soru işaretiyle aklınıza sorular düşer: “Ooo Vedat abimiz buralara kadar gelmiş, biz de bir girelim ne imiş?”
Bu pastane anlayacağınız gibi aslında incecik hamurlu, bol çikolatalı profiterolleriyle ünlü. Ama ekler de aynı çikolatadan yapılınca onun da lezzetine denecek hiçbir şey yok. Fiyatlar biraz yüksek ama daha sonra öğreniyoruz ki bu çikolatalar Belçika'dan geliyormuş, hakkını vermek lazım.
Nazar Pastanesi adres: Feriköy Mahallesi, Kurtuluş Caddesi, No 182/B, Şişli, İstanbul
0 notes
Video
youtube
Dev Emoji Sürpriz Yumurta Açma, süpriz kutu toy story ozmo abur cubur ve atıştırmalıklar Dev Emoji Sürpriz Yumurta Açma, süpriz kutu toy story ozmo abur cubur ve atıştırmalıklar #SürprizYumurtaTV kanalıma abone olmak için tıklayın. http://goo.gl/JbWiWP Bu sürpriz yumurta açma videomda sizler için bim sürpriz yumurtası, sot story çizgi filmine ait oyuncaklı toy story sürpriz yumurtası, bim den kurmalı oyuncaklı sürpriz yumurta, 2 adet farklı renkte emoji dev kocaman sürpriz yumurta, bir adet sürpriz oyuncaklı sünger bop kare pantolon sürpriz yumurtası, 3 adet toy box oyuncaklı sürpriz kutu sürpriz yumurta ile bir paket ozmo atıştırmalıklarından ozmo hazine avı oyunlu ozmo abur cubur ile eğlenceli çocuk videosu çekmeye çalıştım. Daha önce yayınladığım videolarıda izlemek ister misiniz? Toybox Sürpriz Kutusu Süpriz Yumurta Açma, Topi, sünger bob ve Nutella atıştırmalıkları https://youtu.be/G0qH41nuLe0 Toybox Sürpriz Yumurta Açma, abur cubur ve atıştırmalıklar süpriz kutu TV https://youtu.be/6Pxc03Emnq8 Toybox Sürpriz Yumurta Açma Kutu Oyuncak, Pepee Barbie ve Emoji süpriz https://youtu.be/UOmiQbaEdOM Yeni Kinder Surprise Emoji Sürpriz Yumurta Açma Kinder Joy süpriz çocuk videosu oyuncak https://youtu.be/xzVTL6NPl50 Oyuncak Kepçe ile Scooby Doo Sürpriz Yumurta Açma Süpriz İş Makinesi sukubidu dozer ekskavatör https://youtu.be/XoADWYPqZRg Hello Kitty Dev Sürpriz Yumurta Açma Eğlenceli Çocuk Videoları Süpriz Kutular puzzle https://youtu.be/Jjv6rKUzb8k Toybox sürpriz Yumurta, Oyuncak ve Kutu Açma, Abur Cubur atıştırmalık Jelibon Sour Patch petito https://youtu.be/lO_mkOR6PxY Kinder Surprise Sürpriz Yumurta Açma Kinder Joy süpriz çocuklar için eğlenceli oyuncakları videoları https://youtu.be/NxLNMERKSkY Sürpriz Yumurta Açma ve Kinder Çikolata Türkçe Atıştırmalıklar AburCubur Süpriz TV https://youtu.be/N55TzcBsIxs Uzun Sürpriz Yumurta Açma Videosu 45 DK Türkçe Slime Oyuncak ve Kinder Surprise Barbie, MLP Şirinler https://youtu.be/Vp7BT5CfSPY Kinder Sürpriz Yumurta Açma Kinder Surprise Oyuncakları ve Yumurtalar Türkçe izle https://youtu.be/eMosCVKp_2Q Kinder Surprise Sürpriz Yumurta ve Oyuncaklar Açma Türkçe Süpriz Yumurtalar izle videoları https://youtu.be/QNVoPiSHKTM Sürpriz Yumurta Açma, Türkçe Sürpriz Yumurtalar Açımı ve Oyuncakları videoları https://youtu.be/gkjPNRy3B9Y Sürpriz Yumurta TV Kanalım yani #SYTV kanalım çocuklar için çeşitli oyunlar, oyuncaklar, sürpriz yumurtalar ve ev de yapılabilecek deneyler bulunuyor. Kanalımdaki diğer bazı videoların bulunduğu oynatma listeleride aşağıdaki gibidir. Dev Sürpriz Yumurtalar https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckxaq6Ekp4TG7XN15XY-IF1s Evde deney Yapma Jelibon hazırlama Vdieolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyAqyEFXq9L69SFlr3rcybE Oyuncak TRen Seti oyuncak videolarım: https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyKSiTTcqmHgScEcGnQAloz Stop Motion Animation Videolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyXuEpNL6OlWp8O9C8ASRk2 Oğlum Muhammed Emin ile çektiğim videolar https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckxXaWOuNezDMgo9V3ktaWlJ Transformers Robot videolarım https://www.youtube.com/playlist?list=PLX-h8RKmqckyyH-Z7Rwjcda9m5IBZnyCR Bu videoda Bir Küçük Adam kanalından Muhammed Emin ile birlikte birazcık çalıştık. Onun kanalına da abone olmayı unutmayın. Muhammed Eminin Kanalına abone olmak için lütfen Tıklayın. http://goo.gl/1RadEF Sosyal Medyada bizi takip edin. http://youtube.com/SurprizYumurtaTV http://www.youtube.com/ElmaSekeriTV http://surprizyumurtatv.com http://twitter.com/SurprizOyuncak http://facebook.com/SurprizYumurtaTV http://surprizyumurta.blogspot.com.tr http://www.instagram.com/SurprizYumurtaTV http://plus.google.com/+SurprizYumurtaTV https://youtu.be/pZ-jKGI3iQ8
0 notes